Sevgili Karakedim,
Bugün pazartesi ya sende de başlamıştır haftanın telaşı,
koşuşturması, planlaması ve bugüne has sendromu. Şimdi farzetsek ki bugün
Pazar. Ne güzel olur değil mi?
Şimdi sıcacık evindesin. Uzanmışın koltuğuna, almışın eline
çayını-gazeteni, radyon kedi gibi mırıldıyor kulağında ve dj diyor ki;
“Çocukken ne olmak isterdin? Pilot mu, itfaiyeci mi, doktor mu, gazeteci mi,
modacı mı, mühendis mi, bilim adamı mı yoksa öğretmen mi? Çocukluğunda hayal
ettiğin kişi misin şimdi? Değilsen, sana bir fırsat. Düşün kim olmak istediğini
ve o mesleği bir kere bile olsa yapabilmek için şans ver kendine…”
Güzel bir fırsat değil mi Karakedim. Sen düşünürken ben
hatırladım bile çocukken ne olmak
istediğimi. Ben ortaokuldan beri gazeteci olmak istiyordum. Yazılar yazayım,
düşüncelerimi böyle paylaşayım istiyordum. Gazetenin birinde bir köşem olsun
hergün yazayım ama özellikle Pazar günleri yazılarım daha bana dair daha
hayattan olsun istiyordum.
Mesleğimi buldum, sıra
geldi hayalden de olsa uygulamaya Karakedim. Hayal içinde hayallere daldık ama
mektubumun başında bugün Pazar olsa diye hayal ettik ya hani sen sıcak evinde
elinde çayın gazeten, koltuğuna
uzanmıştın ya… Gazetenin açık sayfasında benim köşe yazımı okuyorsun şimdi:
GİZLİKIZ YAZIYOR... |
GÖRECELİ DÜNYA VE TESADÜFLERİ SEVEN AŞK
2011’in şubatıydı.
Bir cuma akşamı Leo “Hadi
sinemaya gidelim.” dedi. Uzun zamandır birlikte güzel bir film seçip de
izleyememiştik. Bu uzun zamanda benim kapalı alan fobimin getirisi olan “sinema
salonunda sıkıntı yaşarım korkusu” ağır bastırmış bizi film izlemekten
alıkoymuştu. Cuma akşamı bunları hiç düşünmeden kendimi sinemanın da içinde olduğu
alışveriş merkezinde buldum.
Biletimizi[1]
aldıktan sonra film başlayana kadarki 15
dakikalık süremizi bir kitapçıya girip değerlendirmek istedik. Önce dergi
reyonuna yöneldik. İki ayda bir çıkan edebiyat dergisi Sözcükler'i[2]
bulup incelemeye başladım hemen. Aynı sayıdan 3 tane ardarda dizilmişti. Derginin
herhangi bir eşantiyonu ya da hediyesi olmadığı için üzerinde poşeti yoktu. Bu
sebeple okurlar istedikleri gibi, bir kitap edasıyla inceliyebiliyorlar
dergiyi. Ben dergiyi elime alınca, nedense benden başka kimse dokunmamış, kimse
sayfalarını karıştırmamış gibi hissettim.
Benim, Leo’nun da dalga geçip durduğu bir huyum vardır. Alışveriş ederken
reyonda en önde duran ürünü almam. Mutlaka bir arkasındakini ya da daha da
arkasındakini alırım. Neden? Çünkü ilkini kesin çokça ellemişlerdir, deforme
olmuştur diye düşünürümJ Leo da
portakal seçerken bile önden aldığı portakalı "Iıııhhhhhh bunu çok
ellemişler, güzel görünüyor ama alttakilerden alıyım." diyerek tatlı ve alaycı
havasıyla yüzüme bakar.
Sözcükler dergisi reyonda 3 adetti. incelemek için en öndekini elime almıştım ancak geri bırakıp üçüncüsünü seçmedim, elimdekiyle yöneldim kitap
bölümüne. Dedim ya hiç ellenmemişti sanki...
Kitaplara bakarken üç genç yanımda konuşuyorlardı. Kızlardan biri bir
hocalarının kendilerine söylediği bilgiyi diğerlerine aktardı ve o bilgiye
kendi yorumunu yapıştırdı.
"Kitapları 1 TL. ye basıyorlarmış." Bu cümle hocalarının verdiği
bilgi.
"Baksana 20 TL. ye satıyorlar. Böyle kar olmaz ya! Ben artık kitap
falan almam." Bu da üniversite öğrencisi olduğunu düşündüğüm genç kızın bilgiye
yapıştırdığı yorumu!
Bu yorumu yargılamak, eleştirmek bana düşmez. Çünkü hayat göreceli. O an kıza dönüp elinde tuttuğun 20 TL. lik
kitaplardaki duygu fırtınası, beyin fırtınası, yazarın hali, tavrı, günümüzde
meslek olarak yazarlığın kıymeti ve o kapak altında yatan bir çok sebep 20 TL.
den fazla eder demek istedim ama sustum...
Bu yorumun içimde yarattığı şaşkınlıkla Leo’nun elini tutup sinema salonuna
yöneldim. Kitaplar, filmler, müzikler o kadar göreceli nesneler ki! Benim
beğendiğimi hayat arkadaşım beğenmeyebilirken hiç tanımadığım bir insanın
fikrini eleştirmek çok doğru değil sanırım.
Düşüncelere dalmışken film başladı.
Medyada aşk filmi gibi lanse edilse de filmdeki aşk değil de anne-baba,
anne-evlat, baba-evlat ve dede-torun ilişkisi içimi yaktı, kalbimi okşadı,
kendi hayatımdan izlere dokundu.
Film arası verildiğinde arkamızda oturan hemcinslerimden "Ayy çok
sıkıcı bitse de gitsek." yorumunu duyunca gene şaşırdım. Diyorum ya hayat
göreceli. Benim etkilendiğim bir şey bir başkasını çok keyiflendirmeyebiliyor.
Ben Leo’nun hadi sinemaya gidelim teklifiyle gerçekten filmi beklentisiz bir
şekilde izlediğim için, kendime, kendi dünyamdan öyle çok iz bulmaya izin
verdim ki, ikinci yarıda içimi çeke çeke ağlıyordum.
Arkamdaki hemcinslerim halimi anladılarsa gülmüşlerdir ama inanın umrumda
bile değildi. "İnsanlara göre, Aman o ne der, aman bu ne düşünür” diye yaşamayı
bırakalı çok uzun zaman oldu.
Filmde bir babanın evladı üzerindeki etkisi, onu çemberin içerisinde tutma mücadelesi ve bunu yaparken evladına istemeden de olsa yaşattığı acıya şahit oldum. Öyle benden bir durum ki bu, ben ağlamayacaktım da kim içini çeke çeke hıçkıracaktı?
Filmde bir babanın evladı üzerindeki etkisi, onu çemberin içerisinde tutma mücadelesi ve bunu yaparken evladına istemeden de olsa yaşattığı acıya şahit oldum. Öyle benden bir durum ki bu, ben ağlamayacaktım da kim içini çeke çeke hıçkıracaktı?
Filmde başrol oyuncularının çocukluklarında
yaşadıkları mahalle 25 yıl sonra da aynı yerinde duruyor ve orayı ziyaret
ediyorlar. Leo bu sahneden çok etkilenmiş. Onun çocukluğunu geçirdiği mahalle çoktan yıkılıp yerine yeni binalar dikilmiş.
Bütün akşam bu durumdan dert yandı. "İstanbul gibi bir yerde ne kadar zor
çocukluk mahallene geri dönüp orayı aynı bulmak ve anıları yaşamak." dedi.
Ben şanslılardanım aslında. Benim mahallem hiç değişmedi. Doğup büyüdüğüm,
çocukluğumun, ilk gençliğimin geçtiği mahallem aynı duruyor ama ben 2 sene o
bahsettiğim çember sebebiyle, çok uzaklarında kaldım mahallemin. Şimdi ben
gözleri şiş cumartesi sabahına uyanmayayım da kimler uyansın?
Kendini bulduğun kadar keyif alıyorsun yaşadığın her andan. Karşımızdakini kendimiz gibi
zannettiğimiz için hayalkırıklıkları yaşıyoruz. Ben okumaya heves atarken bir
başkası o kitabı ticari açıdan düşünebiliyor, ben izlerken kendimi paralıyorken
bir başkası sıkılıp salondan kaçmak isteyebiliyor. Belki onun bayıldığı bir şey
de benim hayatımda anlam ifade etmiyor kimbilir?
Filmden çıkıp eve geldiğimizde saat 01.00 dı. Ben yatağa girip dergim
Sözcükler'e dalarken Leo, Spartacus'ü
izlemeyi tercih etti. Karşındakinin fikirlerine, düşüncelerine, bakış açısına
saygı duymak sanıyorum ki evin içerisinde başlıyor. Bunu başarabildiğim bir
eşim olduğu için çok şanslıyım. Bu sebeple arkadaşlarıma ve hatta tanımadığım
insanlara yargılamadan bakabilmeyi yavaş yavaş başarıyorum.
Ben, o cuma gecesi bir film izlemek üzere çıktığımız yolda yaşadığım
duyguları bu pazar sabahı kendi köşe yazım olarak okumaktan öyle keyif aldım
ki! Hayat göreceli ama bu pazar herkesin keyfi yerinde olsun, yanındaki kim
olursa olsun fikrine saygısı olsun diye GÜZEL PAZARLAR DİLİYORUM HERKESE...
------ ------ ------
------- ------ ------ ------
----- ------ ----- ----- ------
Bu soğuk ve sendromlu pazartesi gününde hayal ettik ya bugün Pazar diyeJ Artık sıra
sende Karakedim. Hadi yaz bana “Sen Çocukken Ne Olmak İstiyordun?”
SENİ ÇOK SEVEN
GİZLİKIZ
[1] Bilet
aldığımız film “AŞK TESADÜFLERİ SEVER” Karakedim. Sen bu filmi izlemiş miydin
bilemiyorum ama filmin fıragmanına buradan ulaşabilirsin. http://www.youtube.com/watch?v=Qn4Bev3TtU0
[2] Karakedim,
o hiç ellenmemiş dediğim dergiyle alakalı ayrıntılı bilgiye de buradan
ulaşabilirsin. http://www.sozcuklerdergisi.com/dergi_detay.aspx?sayi=35
Bir gün bir kitapçıda gözüne çarparsa beni hatırla ve al olur mu?
4 yorum :
gri dorseli bir tırla ülkeler arası yolculuk :)
Ben hep öğretmen olmak isterdim ama olunca hiçte bana göre olmadığını anladığımda artık iş işten geçmişti ....:(
Şimdi yaparken mutlu olduğun başka bir şey mutlaka vardır Adsız.
Sevgili alperfiliz,
çocukluk hayallerin de kendin gibi fantastikmiş:)
Yorum Gönder