9 Ocak 2012 Pazartesi

Göreceli Dünya ve Tesadüfleri Seven Aşk.Peki Ya Sen Çocukken Ne Olmak İstiyordun?


Sevgili Karakedim,

Bugün pazartesi ya sende de başlamıştır haftanın telaşı, koşuşturması, planlaması ve bugüne has sendromu. Şimdi farzetsek ki bugün Pazar. Ne güzel olur değil mi?

Şimdi sıcacık evindesin. Uzanmışın koltuğuna, almışın eline çayını-gazeteni, radyon kedi gibi mırıldıyor kulağında ve dj diyor ki; “Çocukken ne olmak isterdin? Pilot mu, itfaiyeci mi, doktor mu, gazeteci mi, modacı mı, mühendis mi, bilim adamı mı yoksa öğretmen mi? Çocukluğunda hayal ettiğin kişi misin şimdi? Değilsen, sana bir fırsat. Düşün kim olmak istediğini ve o mesleği bir kere bile olsa yapabilmek için şans ver kendine…”

Güzel bir fırsat değil mi Karakedim. Sen düşünürken ben hatırladım bile çocukken ne olmak istediğimi. Ben ortaokuldan beri gazeteci olmak istiyordum. Yazılar yazayım, düşüncelerimi böyle paylaşayım istiyordum. Gazetenin birinde bir köşem olsun hergün yazayım ama özellikle Pazar günleri yazılarım daha bana dair daha hayattan olsun istiyordum.
Mesleğimi buldum, sıra geldi hayalden de olsa uygulamaya Karakedim. Hayal içinde hayallere daldık ama mektubumun başında bugün Pazar olsa diye hayal ettik ya hani sen sıcak evinde elinde çayın gazeten,  koltuğuna uzanmıştın ya… Gazetenin açık sayfasında benim köşe yazımı okuyorsun şimdi:

GİZLİKIZ YAZIYOR...

GÖRECELİ DÜNYA VE TESADÜFLERİ SEVEN AŞK



2011’in şubatıydı.  Bir cuma akşamı Leo  “Hadi sinemaya gidelim.” dedi. Uzun zamandır birlikte güzel bir film seçip de izleyememiştik. Bu uzun zamanda benim kapalı alan fobimin getirisi olan “sinema salonunda sıkıntı yaşarım korkusu” ağır bastırmış bizi film izlemekten alıkoymuştu. Cuma akşamı bunları hiç düşünmeden kendimi sinemanın da içinde olduğu alışveriş merkezinde buldum.



Biletimizi[1] aldıktan sonra film başlayana kadarki  15 dakikalık süremizi bir kitapçıya girip değerlendirmek istedik. Önce dergi reyonuna yöneldik. İki ayda bir çıkan edebiyat dergisi Sözcükler'i[2] bulup incelemeye başladım hemen. Aynı sayıdan 3 tane ardarda dizilmişti. Derginin herhangi bir eşantiyonu ya da hediyesi olmadığı için üzerinde poşeti yoktu. Bu sebeple okurlar istedikleri gibi, bir kitap edasıyla inceliyebiliyorlar dergiyi. Ben dergiyi elime alınca, nedense benden başka kimse dokunmamış, kimse sayfalarını karıştırmamış gibi hissettim.



Benim, Leo’nun da dalga geçip durduğu bir huyum vardır. Alışveriş ederken reyonda en önde duran ürünü almam. Mutlaka bir arkasındakini ya da daha da arkasındakini alırım. Neden? Çünkü ilkini kesin çokça ellemişlerdir, deforme olmuştur diye düşünürümJ Leo da portakal seçerken bile önden aldığı portakalı "Iıııhhhhhh bunu çok ellemişler, güzel görünüyor ama alttakilerden alıyım." diyerek tatlı ve alaycı havasıyla yüzüme bakar.

Sözcükler dergisi reyonda 3 adetti. incelemek için en öndekini elime almıştım  ancak geri bırakıp üçüncüsünü seçmedim, elimdekiyle yöneldim kitap bölümüne. Dedim ya hiç ellenmemişti sanki...

Kitaplara bakarken üç genç yanımda konuşuyorlardı. Kızlardan biri bir hocalarının kendilerine söylediği bilgiyi diğerlerine aktardı ve o bilgiye kendi yorumunu yapıştırdı.

"Kitapları 1 TL. ye basıyorlarmış." Bu cümle hocalarının verdiği bilgi.
"Baksana 20 TL. ye satıyorlar. Böyle kar olmaz ya! Ben artık kitap falan almam." Bu da üniversite öğrencisi olduğunu düşündüğüm genç kızın bilgiye yapıştırdığı yorumu!

Bu yorumu yargılamak, eleştirmek bana düşmez. Çünkü hayat göreceli. O an kıza dönüp elinde tuttuğun 20 TL. lik kitaplardaki duygu fırtınası, beyin fırtınası, yazarın hali, tavrı, günümüzde meslek olarak yazarlığın kıymeti ve o kapak altında yatan bir çok sebep 20 TL. den fazla eder demek istedim ama sustum...

Bu yorumun içimde yarattığı şaşkınlıkla Leo’nun elini tutup sinema salonuna yöneldim. Kitaplar, filmler, müzikler o kadar göreceli nesneler ki! Benim beğendiğimi hayat arkadaşım beğenmeyebilirken hiç tanımadığım bir insanın fikrini eleştirmek çok doğru değil sanırım.

 Düşüncelere dalmışken film başladı. Medyada aşk filmi gibi lanse edilse de filmdeki aşk değil de anne-baba, anne-evlat, baba-evlat ve dede-torun ilişkisi içimi yaktı, kalbimi okşadı, kendi hayatımdan izlere dokundu.
Film arası verildiğinde arkamızda oturan hemcinslerimden "Ayy çok sıkıcı bitse de gitsek." yorumunu duyunca gene şaşırdım. Diyorum ya hayat göreceli. Benim etkilendiğim bir şey bir başkasını çok keyiflendirmeyebiliyor. Ben Leo’nun hadi sinemaya gidelim teklifiyle gerçekten filmi beklentisiz bir şekilde izlediğim için, kendime, kendi dünyamdan öyle çok iz bulmaya izin verdim ki, ikinci yarıda içimi çeke çeke ağlıyordum.

Arkamdaki hemcinslerim halimi anladılarsa gülmüşlerdir ama inanın umrumda bile değildi. "İnsanlara göre, Aman o ne der, aman bu ne düşünür” diye yaşamayı bırakalı çok uzun zaman oldu.
Filmde bir babanın evladı üzerindeki etkisi, onu çemberin içerisinde tutma mücadelesi ve bunu yaparken evladına istemeden de olsa yaşattığı acıya şahit oldum. Öyle benden bir durum ki bu, ben ağlamayacaktım da kim içini çeke çeke hıçkıracaktı?

Filmde  başrol oyuncularının çocukluklarında yaşadıkları mahalle 25 yıl sonra da aynı yerinde duruyor ve orayı ziyaret ediyorlar. Leo bu sahneden çok etkilenmiş. Onun çocukluğunu geçirdiği mahalle  çoktan yıkılıp yerine yeni binalar dikilmiş. Bütün akşam bu durumdan dert yandı. "İstanbul gibi bir yerde ne kadar zor çocukluk mahallene geri dönüp orayı aynı bulmak ve anıları yaşamak." dedi.

Ben şanslılardanım aslında. Benim mahallem hiç değişmedi. Doğup büyüdüğüm, çocukluğumun, ilk gençliğimin geçtiği mahallem aynı duruyor ama ben 2 sene o bahsettiğim çember sebebiyle, çok uzaklarında kaldım mahallemin. Şimdi ben gözleri şiş cumartesi sabahına uyanmayayım da kimler uyansın?

Kendini bulduğun kadar keyif alıyorsun yaşadığın her  andan. Karşımızdakini kendimiz gibi zannettiğimiz için hayalkırıklıkları yaşıyoruz. Ben okumaya heves atarken bir başkası o kitabı ticari açıdan düşünebiliyor, ben izlerken kendimi paralıyorken bir başkası sıkılıp salondan kaçmak isteyebiliyor. Belki onun bayıldığı bir şey de benim hayatımda anlam ifade etmiyor kimbilir?

Filmden çıkıp eve geldiğimizde saat 01.00 dı. Ben yatağa girip dergim Sözcükler'e dalarken Leo,  Spartacus'ü izlemeyi tercih etti. Karşındakinin fikirlerine, düşüncelerine, bakış açısına saygı duymak sanıyorum ki evin içerisinde başlıyor. Bunu başarabildiğim bir eşim olduğu için çok şanslıyım. Bu sebeple arkadaşlarıma ve hatta tanımadığım insanlara yargılamadan bakabilmeyi yavaş yavaş başarıyorum.

Ben, o cuma gecesi bir film izlemek üzere çıktığımız yolda yaşadığım duyguları bu pazar sabahı kendi köşe yazım olarak okumaktan öyle keyif aldım ki! Hayat göreceli ama bu pazar herkesin keyfi yerinde olsun, yanındaki kim olursa olsun fikrine saygısı olsun diye GÜZEL PAZARLAR DİLİYORUM  HERKESE...
               ------ ------ ------           ------- ------ ------       ------ ----- ------     ----- ----- ------

Bu soğuk ve sendromlu pazartesi gününde hayal ettik ya bugün Pazar diyeJ Artık sıra sende Karakedim. Hadi yaz bana “Sen Çocukken Ne Olmak İstiyordun?”

SENİ ÇOK SEVEN
GİZLİKIZ












[1] Bilet aldığımız film “AŞK TESADÜFLERİ SEVER” Karakedim. Sen bu filmi izlemiş miydin bilemiyorum ama filmin fıragmanına buradan ulaşabilirsin.  http://www.youtube.com/watch?v=Qn4Bev3TtU0
[2] Karakedim, o hiç ellenmemiş dediğim dergiyle alakalı ayrıntılı bilgiye de buradan ulaşabilirsin. http://www.sozcuklerdergisi.com/dergi_detay.aspx?sayi=35 Bir gün bir kitapçıda gözüne çarparsa beni hatırla ve al olur mu? 

4 yorum :

alperfiliz dedi ki...

gri dorseli bir tırla ülkeler arası yolculuk :)

Adsız dedi ki...

Ben hep öğretmen olmak isterdim ama olunca hiçte bana göre olmadığını anladığımda artık iş işten geçmişti ....:(

GizliKız dedi ki...

Şimdi yaparken mutlu olduğun başka bir şey mutlaka vardır Adsız.

GizliKız dedi ki...

Sevgili alperfiliz,
çocukluk hayallerin de kendin gibi fantastikmiş:)