18 Mayıs 2012 Cuma

HAYAT PENCERENİ ARILAR İSTİLA EDERSE ...

Sevgili Karakedim,

Annem geçen hafta  balkonda çiçeklerini sularken yan apartmanın bahçe kapısında korunaklı elbiseler giymiş 3 adam görür. Merak edip dikkat kesilir  "Bu adamlar ne yapar" diye. Adamlar ellerindeki büyük beyaz kutuya, kapının etrafını saran güllerin üstlerinden topladıkları arıları koymaktadırlar.

Gördüğü bu ilginç! durumu bana anlattığında -sanırım kendi gözlerimle şahit olmadığım için- onun etkilendiği kadar olağan dışı bir olay olarak bakmadım ben bu duruma. Bilerek o arıların oraya bırakıldığını ve arıların bal toplamaları için bir süre tanındığını akabinde de görevlilerin gelip arıları toparladıklarını, annemin de tam bu sahneye tanık olduğunu düşündüm. Ama annem nedense çok şaşkındı!

İtiraf ediyorum Karakedim, "Annem şaşırmakta çok haklıymış:)"

Çarşamba günü televizyona boş boş bakarken bir haber dikkatimi çekti.
Kadıköy-Kozyatağı'nı Arılar İstila Etti !!! Şok-Şok-Şok !!!


Suadiye'nin göbeğinde çiçeklerle dolu bir bahçe kapısındaki arıları toplamaya çalışan görevlilere şaşırmayıp anasına gülen kız bu haberle ŞOK olur :):):)

Haberle ilgili ayrıntılı bilgiye http://haber.mynet.com/ugultuyu-firtina-sandi-ama-631098-yasam/ linkinden ulaşabilirsin Karakedim.

12. kattaki dairesinin cam önü binlerce arıyla dolan ev sahibi Sema Gür şok olduğum olayı şöyle anlattı:


 "Evde temizlik vardı, camlar silindi. 10 dakika sonra bir uğultu sesi geldi fırtına var sandım. Evin içinde iki üç tane arı vardı onları çıkarmak için camın önüne geldiğimde camın önünde binlerce arı olduğunu gördüm. Hemen yetkilileri aradım ben 50 yaşındayım böyle bir şey yaşamadım. Ama ben bu durumu çok olumlu karşıladım, bereket bu. Bunlar bal arısı İstanbul'da bu kadar evin içinde bizim evimizi seçtiler ne mutlu bana. Amacım onların bir tanesini bile öldürmeden doğaya salmak."


Görevliler çuvallarca arıyı pencerenin önünden toplayıp götürmüşler. Bu toplama işlemi pek de zor olmamış. Doğanın insanoğlunu şaşkınlığa düşüren bir ritüeli yaşanmış ve çuvala konan Kraliçe Arının ardından işçi arılar ve erkek arılar da onu takip edip çuvalın yolunu tutmuş.

Ertesi gün de 12. kattaki bu dairenin camına az olmakla birlikte arılar yine gelmiş, birkaçı açık olan camdan içeriye girip, Sema Hanım'a seslenmiş, "Huu komşu, kahveye geldik.":) İşin şakası Sema Gür ertesi gün içeride bulduğu arıları gazete kağıdı yardımıyla öldürmeden dışarıya çıkarmaya çalışırken bir arı tarafından sokulmuş. 

Sema Gür gerçekten yaşanılası güç bir durumla karşılaşmış. Şehrin göbeğinde bunca arının ne işi var derken gelip onun camının önüne kümelenmeleri pek ilginç. Kimi bu durumu bahtsızlık-şanssızlık olarak değerlendirir. Nereden çıktı bu arılar diye belki de basar ilacı arıların üzerine, kendi imkanlarıyla kurtulur onlardan.

İşte bu noktada Sema Gür'ün başına gelen bu durum karşısında önce belediyeye haber vermesi, belediyenin yönlendirmesi ile Arı Yetiştiricileri Birliği ile irtibata geçip bir mesai harcaması, kendi imkalanları ile değil de bilirkişilerle ve doğaya hiçbir zarar vermeden çözüme ulaşması sence de çok naif bir davranış olmamış mı Karakedim?

Özellikle Sema Gür'ün Bakış Açısı örnek teşkil edecek cinsten : "Ben bu durumu çok olumlu karşıladım, bereket bu. Bunlar bal arısı İstanbul'da bu kadar evin içinde bizim evimizi seçtiler ne mutlu bana."

Arada bir hayata baktığımız pencerelerimizi kontrol etmeli, önünü arılar istila etmişse "Ne Mutlu Bana." diyebilmeli...

SENİ ÇOK SEVEN 

15 Mayıs 2012 Salı

Sevgi Şekli = Annelik Duygusu

Sevgili Karakedim,

Geçen hafta tam da bugün başıma ilginç bir olay geldi.
Her zaman haftalık alışverişimi yaptığım marketin tükenmek bilmez kasa kuyruğunda sabırla bekliyordum. Önümde 3,5 yaşlarında bir oğlan çocuğu ve annesi vardı. Çocuk annesine elindeki oyuncağıyla ilgili bir şeyler göstermek istedi ancak anne, sıra kendisine geldiği için pek ilgilenemedi. Bunun üzerine çocuk bana dönerek  oyuncağını gösterdi. Oyuncağı birlikte evirdik-çevirdik ve keşfettik. Çocuk, aradığı ilgiyi fazlasıyla bulmuş olmanın mutluluğu o güzel kırmızı yanaklarına yansıyınca sustu ve gözlerimin içine baktı.

Aramızda geçen, cümlece kısa ama yüreğime upuzun döşenen köprü diyalog şuydu:

ÇOCUK: Sizin de benim gibi bir çocuğunuz var mı?

3,5-4 yaşında bir çocuğun "siz" ile hitap ediyor olmasının şaşkınlığı suratıma yansıdı mı bilemiyorum ama

BEN: Hayır yok.

ÇOCUK: Neden?

BEN: Bilmiyorum !!

ÇOCUK: ( Alışveriş sepetime bakarak) Bu sepettekiler kimin için peki?

BEN: Kocam için!

Ve

ÇOCUĞUN ANNESİ: Rahat bırak oğlum ablayı. Haydi güle güle de, gidiyoruz...

ÇOCUK: Güle güle...

BEN: Hoşçakal.

Arkalarından bakakaldım elinde torbaları ile giden anne ve oğluna. Çocuğun sorduğu soruya "Bilmiyorum" yerine başka bir cevap verebilir miydim diye beynim beni yerken kasadaki görevli "İndirim kartınız var mı?" diye soruyu suratıma yapıştırdı ve kendime geldim.

"Kocam için aldıklarım" bir bir, Biipp Biiipp sesleriyle kasadan geçerken kafamda çocuktan kalan anafikir oluşmuştu:

"Anneler alışverişe çıkıp çocukları için ne gerekiyorsa alırlar."

İşte bu bir annelik duygusudur ve anne çocuğuna olan sevgisini onun hiçbir şeyini eksik etmeyerek yaşar.

17.11.2011 tarihinde "Bana Gereken Sevgi Şekli" başlıklı günlük yazımda şunları karalamışım. Hiçbir yorum katmadan olduğu gibi aktaracağım Karakedim:

"Bu sabah annemle telefonda konuşurken, laf arasında bana -Birtanem Benim- dedi. Çok karamsar ve kendimi yorgun hissettiğim bir gün olduğundan annemin birdenbire ağzından çıkan bu söz yüreğimi okşadı. Kötü duygular omuzlarımdan uçtu gitti.
Bu sene çok kırıldım. İnsanoğluyuz hep kırılıyoruz, üzülüyoruz ancak herkese anlayış göstermek ve aynı anlayışı bulamamak pek yordu beni. İnsanlara karşı nasıl davranmam gerektiğini ve bu durumla nasıl başa çıkmam gerektiğini çözemiyorum.
Tüm bunların sonunda hissetmeyi özlediğim duygunun -hiçbir çıkar beklemeden, tamamen karşılıksız, yüreğin ta içinden gelen bir sevgi- olduğunu anladım.
Bu devirde hangimiz -eğer anne değilsek- bu duyguyu yaşayabiliyoruz. Seviyoruz ama karşımızdakinden bu sevginin karşılığında bir şey bekliyoruz. O da beni sevsin, anlasın, kırmasın istiyoruz. Sanırım sadece çocukken çıkarsızca seviyordum dünyayı...
Bir annede bir de çocukta var bu sevgi şekli...Ne kadar hırpalarsa hırpalasın evladı onu, bir anne vazgeçebilir mi çocuğundan?
Şimdi benim bir evladım olsa, gözlerimin içine bakıp bana "Annem" dese, benim anneme duyduğum sevgiyi o bana duysa ben mutluluktan ölürüm herhalde.
Zamanı gelince, bu güzel duyguyu Allahım hem bana hem de canı yürekten arzulayan tüm kadınlara yaşatacak, ben buna yürekten inanıyorum."

Geçtiğimiz pazar bildiğin üzere anneler günüydü Karakedim. Annesini sadece bu hayatta fiziken kaybetmiş ancak yüreğinde hergün çoğalarak yaşayan arkadaşlarımın sayısı arttıkça ticarileştirilen bu günü kutlamak gelmiyor içimden.

İnsana "Sen şanslısın, annen yaşıyor." duygusunu hissettiren reklamlardan ve söylemlerden haz etmiyorum artık. Annesi hayatta olmayan insanların "olgunluk" hususunda da herkesten önde olduklarını düşünüyorum.

Oylum Talu'nun HaberTürk Kanalında yayınlanan programına bu hafta sonu "Anneler Günü" sebebiyle blogger anneler konuktu. Sosyal mecrada kendilerini zevkle takip ettiğim 3 tatlı anne muhteşem oğullarıyla stüdyodaydılar. Blogcu Anne Elif Doğan http://blogcuanne.com/ , SlingoMom İrem Erdilek http://www.slingomom.com  ve AylinAnne  Aylin Atasağun http://www.aylinanne.com.

Oylum Talu'nun bu 3 kalbi güzel anneye sorduğu bir soruya Aylin Anne'nin cevabı düşüncelerime paralel olduğu için yüreğime çok dokundu Karakedim. Seninle paylaşmak istedim.

Oylum Talu, "Bugün anneler günü, siz bloglarınızda bugünle ilgili neler yazdınız?" diye sorunca Aylin Anne "Ben annemden uzaktayım, gurbette olunca ve çok yoğun duygular içindeyken uzun uzun yazamıyorum ben. Özellikle şehit annelerimizin anneler gününü kutlarım." dedi. İşin bir de bu boyutu var aslında biraz gözden kaçırdığımız. Annesini kaybetmiş yavrulardan ziyade yavrusunu kaybetmiş anneler de var "Anneler günü" dolayısıyla yürekleri bir kez daha acıyan... Hepsini kalbimden öpüyorum...

Ama benim yaşamımın güzel dönemlerini birlikte geçirdiğim ve hala geçirmekte olduğum tatlı kadınlar var hayatımda. Henüz çiçeği burnunda anne, anneliği tadalı birkaç yıl olmuş ve annelik duygusunu çok yeni  yüreklerinde hisseden kadınlar onlar. Kimler mi Karakedim? :

2 Kız anası Kıvırcığım-Can Dostum Esmam,
Üniversite 1. sınıfta bir kızı vardı, son sınıfta 2. kızına hamileydi. Her zaman muhteşem bir anne o, çok seviyorum onu Tuba Annem,
Maneviyat yüklü kadın, tatlı anne Asye,
Kendi çocukken Rüzgar'ı doğuran fındığım Çağrı,
Banka eğitim programında karşıma çıkan ve kardeşim gibi kendini sevdiren Duru kızın annesi Yeldacığım,
Dünya yakışıklısı oğlu olan lise arkadaşım Esra,
Kızları Pamuk, kendileri Şeker lise dostlarım İpek ve Delyacığım,
Oğluşunu daha çok yeni dünyaya getiren lise arkadaşım Burcu,
Galatasaray Şube dostlarım yüreği güzel Funda Anne, Sibel Anne, Gülten Anne, Aras Prensin dünyalar güzeli annesi Oyacığım,
 Diloş ve Ceyda Hayat Prenseslerin Kraliçeleri Öznür ve Güldan Annelerim,
 Efe'nin ve karnındaki tatlı tomurcuğun annesi Edacığım,
Adamım Utku'nun birtanecik annesi Pınar,
Ve elbette 3 Kız anası MUHTEŞEM KADIN Yeşim Mutlu...

Hepinizi yüreğimden öpüyorum...

Ve

En güzel Sevgi Şekli = Annelik Duygusu nu yaşamak isteyen tüm kadınların vakti geldiğinde anne olmalarını diliyorum Allahımdan.

Canım-Kanım-Ablam-Kardeşim Filizim  seviyorum seni... (Anladın sen onu:)

... ANNEM ...



SENİ ÇOK SEVEN 
GİZLİKIZ

http://www.facebook.com/pages/Gizlikizdan-Karakediye-Mektuplar/257960857604242






10 Mayıs 2012 Perşembe

DİLEĞİME DOKUNDU HIZIR..HIDRELLEZ

Sevgili Karakedim,

Leo'nun doğum günü olan "5 mayıs" ı 6 mayısa bağlayan gece kışın bitip yazın güzel günlerinin başladığı gece olarak atfedilir ve bu güzel-şanslı gün Hıdrellez olarak adlandırılmaktadır.

Mektubumu Leo'nun fotoğrafladığı birbirinden güzel bahar çiçekleriyle süslemek istiyorum Karakedim.


Hıdırllez'le ilgi pek çok inanış ve pek çok uygulama var Karakedim. Ben kendi uygulamama geçmeden önce genel tarafından kabul görmüş inanışı paylaşmak istiyorum seninle.

Hızır, yaşam suyu (Ab-ı Hayat) içerek ölümsüzlüğe ulaşmış ve özellikle bahar aylarında aramızda dolaşırmış. Burada bir not düşmek istiyorum. Hızır, başımız derde girdiğinde de hiç ummadığımız bir şekilde bizi buluyor, belki başkalarının kılığına giriyor ama bize mutlaka yardım ediyor. Bunun örneğini yaşadım biliyorsun, hatırlamak istersen http://gizlikizvekarakedi.blogspot.com/2012/02/sudaki-nese.html

Devam edeyim: Hızır,

  • Kalbi temiz, Allah'a inanan insanlara yardım eder.
  • Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunar.
  • Dertlilere derman, hastalara şifa verir.
  • Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlar.
  • İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder.
  • Uğur ve kısmet sembolüdür.
  • Mucize ve keramet sahibidir.

İşte bu sebepten ben de Hıdrellez akşamı için kendime bir uygulama geliştirdim. Soran tüm dostlarımla da bu uygulamamı paylaşıyorum. 

Hızır benim de dileğime dokunsun diye gönlümden geçenleri beyaz bir kağıda yazıp çiziyorum. Kağıdı renkli kurdeleyle bağlayıp balkonumdaki minyatür gül ağacımın dalına asıyorum ve sabah ezanında uyanıp dilek kağıdımı daldan alıp yastığımın altına koyuyorum.


Gülüm...


Leo ile Hıdrellez geleneğimizi sürdürdüğümüz bu 3. senemiz oldu. Hatta bu sene tüm site sakinleri hep birlikte bu bereketli geceyi kutladık diyebilirim Karakedim:)


2 senedir ikamet ettiğimiz  sitenin sakinleri özellikle bu yıl pek sosyalleştiler. Bu durum çok hoşuma gidiyor. "Komşuluk öldü, apartman hayatından site hayatına geçiş insanları birbirinden koparttı, insanları selamsızlaştırdı." fikrine ters bir görüntü çiziyor bizim sitedekiler.


Hıdrellez için masama oturmuş beyaz kağıdımı önüme açmış, renkli kalemlerimin arasından seçim yapmaya çalışırken dışarıdan gelen sesler konsantrasyonumu bozdu:) Balkona çıkınca site açık otoparkının insan dolu olduğunu gördüm. Herkes birbirinin elini tutmuş, daire oluşturmuş ortada yanan ateşin etrafında şarkı söylüyorlar, çocuklar çılgınca bağırıyorlar vs.


Tabi bensiz kutlama olur mu? Seslendim Leo'ya "Giy ayakkabılarını tatlım, kambersiz düğün olmaz, Hıdrellezi kutlamaya gidiyoruz:)"


Pek heveslendim ama birden çakan şimşek ve sabırsızca gökten yere vuran yağmur damlaları ateşin etrafındaki çemberi bozuverdi, ateş söndü ve herkes evlerine kaçıştı. Biz de kapının ağzında tek ayağımızda bağcığı açık ayakkabımız birbirimize bakakaldık Leo ile:)


O gece bizim sitede olduğu gibi Ahırkapı, Park Orman ve daha pek çok yerde eğlenceler vardı. Pek çok insan biraraya gelmişti. Dualarını bir kez de kağıda çizerek gönüllerinden geçirmişlerdi. Hızır o gece yağan yağmurla rahmet dağıttı  tüm dualara ve bereketiyle yıkadı insanoğlunu...






Leo ile benim kurdeleye sarılı küçük dilek kağıtlarımız en büyük hazinemiz misali yastıklarımızın altında Karakedim.


Geçen sene dileğime Hızır dokundu ve bu sene dileğim gerçek oldu. Hepimizin içtenlikle gönlümüzden geçirdiğimiz dileklerimizin, özellikle başkaları için ettiğimiz dualarımızın kabul olması tek arzum.


Sevgilerim Seninle Karakedim.


SENİ ÇOK SEVEN 
GİZLİKIZ












9 Mayıs 2012 Çarşamba

KUTSAL YER (Kavak III.Bölüm)

Sevgili Karakedim,

II. Bölümün sonunda Mutlu Sarman, Dost ve Asiye'den bahsetmiştim sana. Fotoğrafları inceleyince Yoros Cafe'nin salıncaklı kısmındaki keyfime musallat olan eşşekk arısından da bahsetmeden geçemeyeceğim. Hatta altı çizili cümlemi fotoğraflarla belgeleyeceğim :)

Bu o Eşşek Arısı:)

Bu da o Eşşek Arısını kibarca kovalayan GizliKız:)

Anladık ki Kavak 12.00-12.30 arası kalabalıklaşmaya başlıyor. Özellikle turist kafileleri kaleyi fethetmek üzere iskeleden tırmanışa geçiyorlar.
Kale yolunda karşılaştığım tatlı turist kız.

Gelgelelim Yoros Kalesi'nin hikayesine Karakedim. Özellikle internetten yapmış olduğum araştırmada hep aynı bilgilere rastladım. Senin için bir derlemeyle Kale'nin tarihçesini sunuyorum:

Yoros Kalesi Doğu Roma Dönemi'nden kalma bir kale. Bizans İmparotorluğu zayıflayınca Cenevizlilerin eline geçmesi sebebiyle kaleye Cenevizliler Kalesi de denilmekte.
Yoros adının nereden geldiği henüz kesin olarak bilinmiyor. Birkaç rivayet ise şöyle:

 "Kutsal yer" anlamına gelen Hieron'dan geldiği görüşü oldukça yaygın olmakla birlikte ki ben bu görüşü benimsedim:), Antik Çağ Tanrılarından Zeus'un sıfatı olan "uygun rüzgarlar" anlamına gelen ourios'tan geldiği de iddia ediliyor. Ayrıca Yoros adının doğrudan doğruya "dağ" anlamındaki oros'tan geldiği de düşünülmekte.


Bizans’ın son döneminde, daha 13.yy.'da Osmanlı Türk akıncıları Anadolu yakasında Boğaz kıyılarına İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'den girişine kadar inmeye başlamışlardı. Hatta bugünün şurada burada bazı ülkeler hesabına çarpışan "ücretli askerleri" gibi, Mareşal Boucicaut idaresindeki Fransız ve İspanyol kuvveti buralara kadar gelerek Bizans nam ve hesabına Türkler ile bu çevrede çarpışmışlardı. Yoros’un biraz daha kuzeydoğusunda olan Riva kalesinde kanlı bir çatışma olmuş ve burayı işgal etmiş olan Türk kuvveti katliama uğramıştır. Yoros kalesinin doğusundaki arazide de ''Şehitlik" denilen çok eski bir kabristan bulunmaktadır.


Foto By Leo


Bazı eski yazarlar bu kalede Cenova dönemine ait ve bu ticaret şehrinin ileri gelenlerinden Vicenzo Lercari isimli bir kişinin adını veren bir kitabe gördüklerini bildirirler. Belki Larcari tarafından yapılan bir tamire işaret edilen bu kitabe, 1847'de Hammaire de Hell tarafından araziye açılan kapı üzerinde görülmüş ise de, bugün bu kısım tamamen boşalmış haldedir. Kitabe sonraları görülemediği gibi, bugün de mevcut değildir. Batıda herhangi bir müzede olduğuna dair de bir bilgi yoktur. Bu, kalenin yapımının Cenovalılara ait olduğunu değil, ancak onlar tarafından Bizans'ın artık iyice çöktüğü 15.yy.'ın ilk yarısında bir süre için, bu İtalyan şehrinin bu kalede boğaz girişini kontrol eden bir karakol kurduğuna işaret sayılabilir.
Türk ilerleyişi sırasında kale fethedilmiş ve buraya bir Osmanlı kuvveti yerleşmiştir. Bilindiği kadarıyla, kalenin içinde yerleşen garnizon ve Türkler için evler yapıldığı gibi, bir de II. Bayezid zamanında cami ile hamam inşa edilmiştir. Bugün bunlardan hiçbir iz yoktur. Kalenin bir duvarının aşağıda boğaz kıyısına kadar indiği anlaşılıyor. En yukarı kısımda ise, bu bölümü ayıran 3 burçlu bir perde duvarı vardır. 


Foto By Leo



Yoros Kalesi, Osmanlı devrinin içlerinde Boğazı koruyan daha modern tabyalarının yapılması ile askeri önemini kaybetmiş ve bir mesire yeri durumuna girmiştir. Son birkaç yüzyıl içinde, bilhassa çok sıcak yaz aylarında halkın Karadeniz'in serin havasından faydalandığı bir piknik yeri olarak tanımlanmakta.


Kalenin tarihçesiyle ilgili daha kapsamlı bilgiye http://www.osmanli.org.tr/yazi-4-306.html dan ulaşabilirsin Karakedim.

Yelkenli yarışına denk gelmemiz de bizim şansımız olsa gerek:)
Kalede bir Leo
Bir yolunu bulup bu koya inmeli ve burada yüzmeli.

Kaleyi iyice gezip meydana doğru dönüşe geçtiğimizde birbirinden güzel ve yaşanılası ev selamladı bizi. "Karşı Pencere" durumu mudur bilemem ama ben hala yaz-kış Kavak'ta yaşayabileceğimi savunuyorum:)

Salıncak Keyfim:)

Amma Sallandım Bugün:)

Miss Gibiler...

Keyfim Pek Yerinde


Çiçek Arabasının Şoförü:)

Meydana varınca sabahtan kararlaştırdığımız balıkçıda yani Balıkçı Coşkun'da Levrek-Kalamar-Midye-İstavrit yedik Leo ile. Doyan midemizi dinlendirmek üzere Durak Kafe'de çaylarımızı yudumladık ve dönüş yolu için iskeleye geçtik.

İskelede bir süpriz bizi bekliyordu. Anadolu Kavağı üzerine sis çökmüştü ve bizi Sarıyer'e götürecek motorun kaptanı kalkış yapıp yapmamakta kararsızdı. O yol durumunu değerlendirken biz de son fotoğraflarımızı çektik.

Kaptan "Sis var gidemiyoruz" deyince kapının ardında kaldım:)

Kaptanın "Gidiyoruz" demesini bekliyorum:)
Sisle Bezenen Anadolu Kavağı'na veda ederken
Bu güzel günün gecesinde ise Hıdırellez kutlamamız vardı ancak onu bir sonraki mektubuma saklıyorum Karakedim. Bu mektubu ise geçen sene yine Kavak'da Leo ile çektirdiğimiz anı dolu bir fotoğrafla bitiriyorum.

19.06.2011
SENİ ÇOK SEVEN
GİZLİKIZ


http://www.facebook.com/pages/Gizlikizdan-Karakediye-Mektuplar/257960857604242

KARŞI PENCERE (Kavak II.Bölüm)


Sevgili Karakedim,

Kavak maceramız hala devam ediyor. II. Bölüm mektubum yarın demiştim ancak sürekli gezmekten bugüne kısmet oldu.

İstersen önce I.Bölümü hatırlayalım http://gizlikizvekarakedi.blogspot.com/search/label/GEZ%C4%B0-SEL

Anadolu Kavağı’na gitmek üzere bindiğimiz motor sabahın erken saati, durgun denizde süzülürken ben Leo’ya poz veriyor, o da fotoğraf çekiyordu. Birden kadraja yunus sürüsü girdi. O kadar yakınımızdaydılar ve öyle mutlu görünüyorlardı ki…

Leo videoya aldığı için tek fotoğraf karesi olarak bunu buldum:)


Bu görüntü Leo’nun en güzel doğum günü hediyesi oldu. Çünkü o yunus aşığı bir adam.

Her sabah işe giderken özellikle Sarayburnu açıklarında yunus görürüm ümidiyle bir gözü denizde, bir gözü yolda, bir eli direksiyonda diğer eli ise yunusları gördüğü anda beni aramak üzere hazır duran telefonda, araba kullanan bir adam o…

Sabahın 08.00’de telefonum çalıyorsa biliyorum ki arayan “Kocam” dır ve:
-BEN: Alo!
-LEO: Alo, Aşkımm, bu sabah yakaladım, yunusları gördüm. Sen de görmeliydin bu manzarayı.
-BEN: Dilek diledin mi tatlım?
-LEO: Aaa unuttumL
-BEN: Olsun, o anda kalbinden güzel bir şeyler geçirmişsindir.
-LEO: Evet, evet. Böyle sürü halinde gezdiklerine göre kesin çok balık var. Bu Pazar balık alalım da sen bana muazzam bir sofra hazırla aşkım.
-BEN: J J J

Ve Leo’nun kalbinden geçip doğru miğdesine inen güzel dilekJ

Kavak’a varıp da iskeleden karaya ayak basınca sıra sıra dizilmiş, henüz açılmamış balık restaurantları karşıladı bizi. Daha önce birçoğunda yediğimizden bu sefer deneyimliydik. Öğlen balığımızı yiyeceğimizi gözümüze kestirip kaleye doğru yöneldik.

Açtık ve güzel hava daha da acıktırmıştı bizi. Tabana kuvvet yokuş yukarı tırmanmaya başlayacakken peşimize bir köpek takıldı. İriliğine zıt, küçük ve masum bakışlı bir köpek. İsmini koydum hemen, “Dost” dedim, “Gel birlikte çıkalım kaleye.”

I.Bölümün sonunda Dost’un fotoğrafı vardı Karakedim. Hikayesini anlatacağım demiştim. Şimdi sırası geldi işte: Ben Dost’a hadi birlikte çıkalım kaleye dedim ama biraz sonra bu teklifime bin pişman oldum. Az zaman sonra Dost’la ilgili tüm gerçekler ortaya çıktı.

Meğersem Dost, Kavağın “Yalnız kovboy”uymuşJ Bu kovboyu peşimizde gören ve nedense hep koloni halinde gezen diğer köpekler havlayarak peşimize takıldılar.

Hala kendimize inanamıyorum. O koca yokuşu, Dost ve Dost’un düşmanları sayesinde 3 dakikada tırmandığımıza hala inanamıyorumJ Kaleye vardığımızda, uzun zamandır böylesine hızlı kan pompalamayan kalbim göbeğimde atıyordu. Leo, alnından akan ter damlalarıyla bir bana bir de arkamızda dizili duran kuçu ordusuna bakıyorduJ

Aç, terli ve fazla performans göstermiş bedenimizle aval aval dikilirken kale dibindeki Yoros Cafe’nin sahipleri buyur ettiler bizi. Henüz garsonlar bile gelmemişti. Öyle güzel karşıladılar ve enfes bir kahvaltı sofrası hazırladılar ki bize, kalbim göbeğimdeki rahat yerinden vazgeçip mutluluk evi göğüs kafesime geri döndü. Kızarmış ekmek kokusu, bal-kaymak ve taptaze domates, salatalık, biber ise Leo’yu mest etti.

Kafe sahipleriyle ettiğimiz hoş sohbet sırasında burada yaşamayı çok isterdim dedim. “Buranın baharı ayrı, kışı ayrı, yazı ayrı güzel. Şu kuş sesleri yeter bana.” deyince benim yaşlarımda olduğunu tahmin ettiğim Kavaklı kız “Bizim için çok sıkıcı, pek yapacak bir şey yok buralarda.” dedi.

Kıyının karşı yakasından biz onların sakinliğine, temiz havasına, durgunluğuna imrenirken onlar bizim yakanın curcunasına, hareketliliğine, akan zamanına hasrettiler. Ferzan Özpetek-Karşı Pencere geldi o an aklıma Karakedim. http://www.filmlerim.com/makale/5196/karsi-pencere

Geçenlerde bir araştırmanın sonucunu okumuş ve çok etkilenmiştim: Sevdiğimiz insanlarla ve sevdiğimiz bir ortamda yediğimiz yemek çok daha lezzetli geliyormuş damağımızaJ İşte bu araştırmayı doğrularcasına leziz bir kahvaltı yaptık. Kuşlar, teypten gelen Sezen Aksu, Ferudun Düzağaç, Bulutsuzluk Özlemi ve Adele’ e hiç durmadan eşlik ettiler. Bu koro dinlenmeye değerdi Karakedim…


Kahvaltıdan sonra Yoros Cafe’nin salıncaklı kısmına geçtik. Salıncağa kurulup kahvelerimizi söyledik. Biliyorsun Karakedim, deniz oldu mu, temiz hava oldu mu ve biz yan yana olduk mu kahvesiz geçmez o gün LeomlaJ Ben şekerli Leo ise sade ancak bol köpüklü kahvemizi hüpürdettik. Yalnız Kovboy Dost hala bizimleydi. Koloni onu bizimle bırakıp gitmişti. Dost bir yanda güneşi kemiklerine yedire yedire uyuyordu. Aşağıda ise bir anne köpek vardı. Adını “Asiye” koydum. Nereden geldi bu isim aklına diyeceksin Karakedim. Annem yazlıkta kurduğu sofralarına yavrularını beslemek adına davetsizce misafir olan tüm “anne kedi”lere Asiye derdiJ Neyse, benim Asiyem bir dişi kuçu oldu, peşine taktığı 5 yavrusuyla çok mutluydu.
Asiye ve yavruları

Kadraja giren 2 Yavru:)
Dost'un bakışına dikkat:"Napar bu deli?" der gibi:)

Kahve fincanlarımızı, keyiften pıt pıt atan kalplerimizden geçirdiğimiz küçük dileklerimizle güneşin ısıttığı ellerimiz ters çevirip tabaklarıyla buluşturdu. Masaya konan ters fincanlar fallarına bakılmak üzere soğumaya bırakıldı. Tabi üzerlerinde alyanslarımızlaJ Ahh bir de masanın altında bir sarman vardı ki sanırım o anda en keyiflimiz oyduJ
MUTLU SARMAN:)

LEO'nun falına bakarken:)Kocamın içi açılmış valla:)

III. Bölümde Kaleden bahsedeceğim sana Karakedim, yeni fotoğraflarla gezimizin devamından ve elbette Hıdırellez kutlamamızdan…


SENİ ÇOK SEVEN
GİZLİKIZ

5 Mayıs 2012 Cumartesi

ANADOLU KAVAĞI'NDA BİR DOĞUM (Kavak I.Bölüm)

Sevgili Karakedim,

Bu mektubumu Anadolu Kavağı  Yoros (Ceneviz) Kalesi dibindeki Yoros Cafe'de yazmaya başladım sana.

Yoros Cafe'nin salıncağında harıl harıl mektup yazarken:)

Buraya geliş hikayemiz ise arabamızı, Sarıyer'de sokak arasına park edip vapur iskelesine koşturmamızla başladı. Biz yetişemeyip 1,5 saat beklemek zorunda kalırız endişesiyle koşar adım iskeleye vardık ancak iskelenin kapıları kapalıydı. Uçta tek bir motor görünüyordu görünmesine de inen-binen, bir hareket yoktu.

Turist misali bilinmeyen bir yerde bilinmeyen bir durumun keşfiyle açtık kapıları ve içerilere saklanmış bir görevliye "Anadolu Kavağı'na mı gider?" diye sorduk. Aldığımız olumlu cevapla akbilimizin sesi kulağımızda melodi oldu, turistlikten, yüzü gülen iki küçük çocuğa dönüştük ve mutlu adımlarla tırmandık küçük motorun merdivenlerini.

Sarıyer-Anadolu Kavağı arası 10 dakikalık mesafe. Motorda yer seçeyim, fotoğraf çekeyim derken o 10 dakikanın nasıl geçtiğini anlamıyorsun, karşı kıyıda buluyorsun kendini Karakedim.

Motorda poz peşinde :)

Bizim bindiğimiz 09.00 motoruydu. Bugün cumartesi, kalabalık olur diye geçe kalmak istememiştik ama bu kadar boş bir motorla Kavağa geçeceğimiz aklımıza gelmezdi. Motordaki tek dişi bendim:) Kaptan ve mürettebatı saymazsak 5 genç adam vardı (Kavak'ta çalıştıklarını tahmin ettiğim). Bir de motorda, bir doğum günü çocuğu vardı;)

Evet Karakedim, benim Can Yoldaşım, Hayat Arkadaşım, Birtanecik Eşim, Leomun Doğum Günü Bugün.

Hatırlarsın, Leo beni bu sene doğum günümde Abant'a-Çocukluğuma götürmüştü. http://gizlikizvekarakedi.blogspot.com/2012/01/kapi-no-29.html  Ben de onu bütün kış "Havalar güzelleşsin de Kavak yapalım." deyip durduğu, Boğaz'ı, denizi, yürüyüşü, her türlü börtü böceği ve elbette çiçeği fotoğraflamak uğruna sonsuz tırmanışı çok sevdiği için buraya getirmek istedim. Ve çok da iyi yaptım:)

Leo şu anda çok mutlu. Oturduğumuz bahçe salıncağının gıcırtısı eşliğinde gazetesini okuyor ve arada bana da haberlerden özet geçiyor. Kocamın yüzünde kocaman bir gülümseme var.

Yüzümüzde Gülümseyiş :)


İşte bu gülümseme her şeye bedel...

Leo bu yaşına, Kavak'da doğdu. Ve bu doğumun devamı yeni fotoğraflarla birlikte yarınki mektubumda olacak Karakedim.

HULK ;)




Bu fotoğraftaki köpeğin ismi Dost. Hikayesi ise yarınki mektupta ;)


SENİ ÇOK SEVEN
GİZLİKIZ


http://www.facebook.com/pages/Gizlikizdan-Karakediye-Mektuplar/257960857604242







1 Mayıs 2012 Salı

Kahve Diyarı'ndan Dağ Çilekli Türk Kahvesi

Sevgili Karakedim,

Dün, Leo ile benim için önemli ve heyecanlı bekleyişlere maruz bir gündü. "Bu iş olur mu olmaz mı? Nasıl olur, nasıl biter?" soruları bizi yer bitirirken kendimizi kafa dağıtmak, biraz da hava almak maksadıyla Büyükçekmece sahiline attık.

Leo ile farkında olmadan geliştirdiğimiz bir huyumuz var Karakedim;  Nerede olursak olalım, sahil bulduk mu bir kafeye girer Türk kahvemizi höpürdetiriz. Evde canımız istemez ya da Leo bana "Hanım yap bir kahvede içelim:)" demez ama sahili gördük mü herhalde fazla keyiften kahvesiz dönmeyiz biz.

FETHİYE Sahilinde kahvelerimizi höpürdetmişiz, ben Leo'ya fal bakıyorum:)


Dün de Büyükçekmece'de Kahve Diyarı isimli kafede höpürdettik kahvelerimizi ama ne höpürdetmek. Güler yüzlü bir personel karşıladı bizi, bizim ne isteyeceğimiz belliydi. Bana bol şekerli, Leo ya da sade ama köpüklü bir fincan Türk kahvesi. Ancak güler yüzlü personelin uzattığı menüyü karıştırasım geldi. Ne de olsa ilk defa geliyorduk mekana ve bakmak istedim menünün devamına.

Diğer kahve kafelerinde rastlamadığım tatlar çarptı gözüme. Ama Dağ Çilekli Türk Kahvesi hepsinin önüne geçti. Klasik Türk Kahvesini unuttum ve kararlılığımla Leo'yu da etkileyerek Dağ Çilekli Türk Kahvesi söyledim 2 tane:) Tabi benimki şekerli, Leo'nun ki ise sade:)

Güler yüzlü personel kahvelerimizi getirdiğinde çok güzel ve naif bir sunumla karşılaştık. Çilek kokusu, eşsiz kahve kokusuyla birleşince beynim kayıtsız kalamadı bu duruma ve mutluluk salgıladı tüm bedenime. Çikolata kaplı tazecik fıstıklı lokumu ve minik çikolatalarla süslü tabağı, buz gibi su dolu bardağı ile müthiş sunum bizi malum durumla ilgili tüm endişelerimizden uzaklaştırdı. Kendimizi bambaşka bir konu hakkında sohbet ederken bulduk. Ve mutluyduk:) Beklediğimiz haberi de bu mutluluk içerisinde aldık.

Damağımızdaki harika tatla hesabı ödemek üzere kasaya yöneldik ve görevliye Dağ Çilekli Türk Kahvesi satışlarının olup olmadığını sordum. "Var" deyince değme keyfime Karakedim. Görevliyle biraz sohbet edince menülerindeki farklı tatlara güvendiklerini gördüm ve hak verdim. Tamamen takılmak maksadıyla Leo ile "Ama sizde de Çörekotlu Türk Kahvesi yok." deyince pek şaşırdı. Muhtemelen başka kafelerin menülerini taradı aklından. Onlarda da yoktu bu kahve.

Fazla endişelendirmemek için "Merak etmeyin onlarda da yok, sadece Fethiye'de Macit Ustam'da var." dedim. Görevli rahatladı ve "Hemen not alıyorum çörekotlu kahveyi dedi."

Ne istiyorum biliyor musun Karakedim CANI GÖNÜLDEN? Bu işi yapan birileri Macit Usta'yı bulsunlar, "Biz senin çörekotlu kahvene talibiz." desinler. Ve kıymetini bilecek birileriyle anlaşsın Macit Ustam da hem bu eşsiz tadı hem de Fethiye'yi hatırla ansın bu tada varan insanlar. Tıpkı Leo ile benim gibi...

Bu arada ben Dağ Çilekli Türk Kahvemi ilk olarak hayatta en kıymetlim 3 kişiye kendi ellerimle bakır cezvemde pişirip ikram edeceğim Karakedim.



Kahve Diyarı'yla ilgili daha fazla bilgiye http://www.kahvediyari.org  dan ulaşabilirsin.

SENİ ÇOK SEVEN 
GİZLİKIZ

http://www.facebook.com/pages/Gizlikizdan-Karakediye-Mektuplar/257960857604242