20 Haziran 2013 Perşembe

" EŞEK BİLE AYNI ÇUKURA İKİ KERE DÜŞMEZ !!! "

Sevgili Karakedim,

Sana, son yazdığım Yağmura DİRENEN Cuma başlıklı mektubumda Gezi Parkı olaylarından bahsetmiştim. Cumartesi akşamı RTE nin emriyle Gezi Parkı boşaltıldı. Ekranlara çok masum yorumlarla yansıtılan boşaltılma sahnelerinin aksine, parkta bulunan çocuk, genç, kadın, adam, yaşlı, sanatçı, vatandaş kim var ise "BİZDEN", Gezi Parkı'ndan ATILDI!

Pazar günü de RTE sözüm ona "Halkın miting alanı olan" kendi milli miting alanında kendisinin halk diye tanımladığı  "ÜÇ BEŞ ŞAKŞAKÇI" ya Milli İradeye Saygı adında bir miting yaptı. O insanları oraya para vererek, özellikle belediye çalışanlarını işinden olma tehdidiyle toplayarak, halkın belediye otobüslerini, vapurlarını "ücretsiz" kaldırarak getirtti. Hepsine "BİZİM" paralarımızla alınmış parti şapkaları ve flamaları dağıttı. Şapkayı başlarına taksınlar da beyinlerine güneş geçmesindi! Çoktan sulanmış beyinlerin kurumasından korktu herhal!!!! Bir de Türk bayrakları dağıttı, o konuşurken yalandan sallasınlar diye. Halbuki "BİZ" camlarımıza, balkonlarımıza astığımız bayraklarımızı omuzlarımıza sarıp gidiyorduk meydanlara... RTE, şakşakçılarına "Oyunlarını Bozalım." diye çığırırken bu iki resim arasındaki farkı görüp kimin "OYUN" içinde olduğunu anlayamaz mıydı? Anlardı elbet de işine gelmedi...

"BİZ" KIRGINDIK! "BİZ" 30 MAYIS AKŞAMINDAN BERİ KIRGINDIK ama cuma günkü mektubumda da yazdığım gibi asla UMUTSUZ değildik!

Ve pazartesi günü ERDEM GÜNDÜZ adı bizim de UMUDUMUZUN ADI oldu...

ERDEM, RTE nin halk üzerinde başlattığı psikolojik savaşta "Sessizliğin" ve "Durağanlığın" en güzel cevap verme ve tepki gösterme aracı olduğunu kanıtladı. "BİZ"im boğazımızdan çıkamayan sese tercüman oldu. Bu psikolojik savaşta TEK BAŞINA, hepimizin umudu oldu. Polisi şaşırttı, hükümeti afallattı ve dünyaya kendini "DURAN ADAM" olarak tanıttı.








"Biz" haberlerden onun dans sanatçısı olduğunu öğrenmiştik ama elbette bu kadar değildi, onun da bir hikayesi vardı. O hikayenin içerisinden belki de en manidar bölümü Erdem'in arkadaşı Alper Alpözgen paylaştı bir fotoğraf eşliğinde.






Alper diyordu ki: "Yıllar önce face'e yüklediğim bu fotoğrafta arkada bendeniz, önde arkadaşım Erdem Gündüz nam-ı diğer Duran Adam, üniversiteye başörtülü kızların sokulmamasını protesto etmek için derse türbanla giriyoruz. Yıl 2004 yer Yıldız Teknik Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi. Yine aynı günlerde e-muhtıra verildiğinde sokağa dökülüp AKP'lilerle "bir daha asla" diyerek yürümüştük. Biz zamanında onlar ezilirken onların yanında mücadele ettik. Bana 20 gün önce AKP'lileri de anlamak lazım, diyalog lazım, empati lazım deseydiniz size hak verirdim. Ama bunca olandan, yalandan dolandan, iftiradan, şiddetten, cinayetten sonra bir daha asla! Ben onların özgürlüğü için çok çabaladım ama sonra kendi özgürlüğümüz için 31 Mayıs akşamı sokağa çıktığımda suratıma gaz bombası yedim, şu an devletle mahkemeliğim. Erdem gibi zamanında Müslümanların hakları için de mücadele etmiş bir arkadaşım şimdi her yerde hedef gösteriliyor, ajan olmakla ve akıl almaz iftiralarla suçlanıyor. Yarın başına bir iş gelirse tüm AKP''yi savunanlar ve onlarla empati kurulabileceğini iddia eden safdiller sorumludur. Eşek bile aynı çukura iki kere düşmez!"

Demek ki Erdem nam-ı diğer DURAN ADAM sadece Gezi Parkı Direnişinde değil haksız gördüğü her durumda tepkisini ortaya koymayı bilmiş. "BİZ" yıllardır kendimizi haksızlıklar karşısında yalnız zannederken birileri bizim sesimiz olmuş. Aslında Alper de satır arasında çok incecik bir noktaya vurgu yapıyor: "Bizler haksızlığa karşıyız, haksızlık yapan kim olursa olsun AYIRT ETMEDEN tepkimizi ortaya koyarız." diyor. Facebooktaki bu paylaşımının bir okuyucusu olarak bana "Aç gözünü aç, eşek bile aynı çukura iki kere düşmez!" diyerek uyarıda bulunuyor. Bu adam haksız mı?


Hakkını savunan milyon insana bu zulmü reva görmek, kitap okuyanını, piyano çalanını, mizah dolu pankart yazanını, avukatını, doktorunu, ülke takımlarının en güçlü taraftar guruplarını ki onları Ergenekon üyesi olmakla suçlayıp gözaltına almak, susturmaya, bastırmaya, eziklemeye ve ötekileştirmeye çalışmak HAK mı?

Çok kısa bir süre önce dünyanın bir başka ülkesi Brezilya'da da halk sokaklara döküldü. Brezilya halkı ülkelerindeki yolsuzluğa, paralarının gereksiz harcamalarla tüketiliyor olmasına karşılar. Daha iyi bir eğitim ve ulaşım hizmeti almak istiyorlar ve ellerinde Brezilya bayrağı sokakları inletiyorlar. Brezilya Cumhurbaşkanı Dilma Rousseff "HALKIMLA GURUR DUYUYORUM." diyor ... !!!

ŞİMDİ BEN AYNI ÇUKURA İKİNCİ KEZ DÜŞECEK KADAR EŞEK DEĞİLİM KARAKEDİM.


SENİ ÇOK SEVEN
     GİZLİKIZ







14 Haziran 2013 Cuma

Yağmura DİRENEN Cuma

Sevgili Karakedim,

Ben bir zamanlar bir bankanın bir şubesinde çalışıyordum. O zamanlar aynı şubede çalışan ve yan masamda benimle aynı görevi paylaşan bir arkadaşım vardı. -Ne Severdim Onu-

Bir cuma günüydü. şube çok kalabalıktı. İkimizin de masasının önündeki sandalyelerden müşteri eksik olmuyor, çalan telefonlar ikimizi de tırlatmaya yaklaştırıyor, ekranda bekleyen işler de bütün bunların üzerine tuz-biber oluyordu. Yoğunluktan birbirimizin yüzüne bile bakamıyorduk o cuma günü ...

Yanlış hatırlamıyorsam saat akşam üzeri dört gibiydi. Şubede pek de alışık olmadığımız bir "müşterisizlik" ve beraberinde sessizlik oldu. O an masamın önündeki sandalyenin boşluğuna takılınca gözüm, kafamı ekrandan çıkartıp camdan dışarıya bakma fırsatı buldum. Dışarısı günlük güneşlikti. Dışarıda hayat vardı, hava vardı, bütün bedenime bir ömür yetecek nefes vardı. Gözlerimi kapatıp bu an bitmesin diye düşünürken yan masadan arkadaşımın sesi böldü sessizliğimi.

"Şimdi gök patlasa, şakır şakır yağmur yağsa harika olur." 

O anki hava şartlarında ne ütopik bir dilekti bu! Yüzümde alaycı pis bir gülümsemeyle gözlerimi diktiğim pencereden devire devire ayırarak başımı arkadaşımın masasına doğru çevirdim. O gün ilk defa göz göze geliyorduk.

"Boş hayallere kapılma, bu havada yağmur yağmaz."

Hayalini desteklemediğim için canı sakılmıştı, yüzünü düşürüp bilgisayarının ekranına gömüldü  ve saniyeler içerisinde gök patladı.

Şubenin kapısında sigara molası veren şube çalışanları içeri kendilerini zor attı, güvenlik görevlisi kapıyı kapatırken ikinci kez göz göze geldik arkadaşımla. Tek cümlem: "Ne kadar temiz bir kalple diledin yağmuru." oldu.

O cuma çok yorulmuştuk. Tüm haftanın da ağırlığı bedenimizin dik durmasına engel oluyordu. Şubenin kapanmasına kısa bir süre kalmışken biraz nefes almak, kafamızı toparlamak için ikimiz adına imkansızı istemişti arkadaşım. Yağmur yağarsa müşteriler dükkanlarından ya da bulundukları kapalı mekandan çıkmaz, şubeye çok acil işi olanların dışında kimse gelmezdi. İsteği  çok haklı bir dilekle buluşmuştu. İmkansız da olsa temiz kalple dilenen her dileği, Allah duyardı.... Allah onu da duymuştu ...

Artık her yağmurlu cuma aklıma o arkadaşım ve dileği geliyor Karakedim.  Bu yağmurlu cumada aklımın küçük bir ucunda "o an" geriye kalan kocaman ucundaysa Gezi Parkı'nda Direnen gençler var. Onların temiz kalplerinden geçen, ülke şartları gözönüne alındığında imkansız görünen ancak ilahi adaletin asla görmezden gelmeyeceği dilekleri var. Onların dilekleri, ofisinde çalışıp yanlarında olamayan, gelişmeleri televizyonlarından takip etmek zorunda kalan, başka şehirlerde oturup onlarla kalpleri aynı atan, bulundukları yerlerde kendilerine destek olmak için Türk bayraklarıyla yürüyen, her akşam saat 21.00 de tencere tavasıyla, kornasıyla sesini onlara duyurmaya çalışan ya da açıp kapattığı ışıklarıyla "Yanındayım" diyen milyonların dileklerini temsil ediyor.




Tüm o gaz bombalarına, sıkılan "plastik" mermilere, ağızlardan çıkan "üslupsuz" söylemlere, kabadayı kılıklı yönetenlere, polisine, konuyla alakasız protestocusuna rağmen hepimiz adına direnen gönüllü bu insanların dilekleri işte o arkadaşımla o bankanın o şubesinde yaşadığımız o anki gibi gerçek olacak Karakedim.

İtirazı olan, moral bozan uzakta dursun, gölge etmesin ve gök o gün imkansızken nasıl patladıysa bu direnişin gerçekleştireceği olumlu sonuçlar yağmur gibi yağsın DİRENİŞE inananın da inanmayanın da üzerine ...



NOT: Mektubun sonunda o bankanın ismini tahmin etmek çok güç olmasa gerek ...

SENİ ÇOK SEVEN
     GİZLİKIZ

4 Mayıs 2013 Cumartesi

YARATICI YAZARLIK NEDİR NE DEĞİLDİR

Sevgili Karakedim,

Uzun zaman oldu mektuplaşamadık.
Bugün ise sana anlatmaya değer güzel bir konuyu taşıyacağım mektubuma.

27 Nisan'da İstanbul Bilgi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Kulübü üyeleri Özge Yerlikaya, Barış Demirsoy ve Burak Altınay'ın düzenledikleri "Yaratıcı Yazarlık Nedir Ne Değildir" sempozyumuna katıldım.



Bu üç "YazıSever Kafadar" sempozyuma, sohbeti, beyinde fırtına, kulakta ise küpe olacak türden konuşmacılar davet etmişler. Adı üzerinde sempozyum bu, üç oturumda konuyla ilgili farklı görüşler yatırıldı masaya. Ben de senin için başlıklar halinde derleme yaptım Karakedim. Hazır mısın?

ÖNCE SANAT VE EDEBİYAT

Akademisyen-Yazar Murat GÜLSOY "Bir yanın saklamak isterken diğer yanın açığa vurmak için çabalar. Bunun sonucunda ortaya çıkan üründür sanat." tanımlamasını yaparken Akademisyen-Yazar Pınar KÜR "Edebiyat betimleme ve metafor üzerine kuruludur." dedi. Akademisyen-Editör Bülent SOMAY ise konuya bir soruyla yaklaştı: "Edebiyat eseri bir meta mıdır yoksa bir hediye mi?" Dinleyicilerin kafaları karmaşıklaşırken sorusunu açtı Somay: "Düşündüklerimiz bize ait değildir. Düşüncelerimizi yazılı hale getirdiğimizde üzerinde pek çok insanın emeği olduğunu görürüz." Amanda Palmer'in Ted Talks'taki konuşmasını dinlememizi önererek sorusunu kapattı.

YARATICI YAZARLIĞA BAKIŞ:

Konuşmacılar en çarpıcı farklılığa bu başlıkta ulaştılar.
Yaratıcı yazarlık kavramıyla ilgili Bülent Somay, "Yaratıcı ve Yazarlık kelimeleri yan yana gelince bir oksimoron oluşuyor. Yazarlık öğrenilebilen bir şeyken yaratıcılığın öğrenilebilir bir şey olduğunu düşünmüyorum." dedi.
Murat Gülsoy, "Yaratıcı yazarlık eğitimi bir sanat eğitimidir ve konusunda ehli kişiler tarafından verilmelidir." dedi ve ekledi: "Tıpkı diğer sanat dallarında olduğu gibi yaratıcı yazarlık da atölyede öğrenilebilir. Buna hayır demek kolaycılık olur."
Pınar Kür, "Yaratıcı yazarlık ile edebiyat iç içedir. Yaratıcı yazarlık kavramına karşı çıkmak Ferhan Şensoy'un kahraman bakkal süper markete karşı cümlesindeki karşıtlık gibidir ve bence yersizdir." diyerek farklı oturumlarda konuşmuş olup birbirlerini duymasalar da Murat Gülsoy'un fikrini desteklemiş oldu.

YARATICI YAZARLIK ATÖLYELERİNDEN YAZAR ÇIKAR MI?

Bülent Somay bu başlıktaki soruya olumsuz yaklaşanlardandı: "Herhangi bir kurs, bir yazarın olmazsa olmaz hali, dert sahibi olma özelliğini kazandırabilir mi? Bu konuda şüphelerim var. O nedenle yaratıcılığın öğretilemeyeceğini, kişinin doğası gereği ortaya çıkan bir hal olduğunu düşünüyorum."
Pınar Kür kendi yazarlık atölyesi öğrencilerinden Ayşe Sarısayın'ın Sait Faik Edebiyat Ödülünü aldığını örnek vererek "Yaratıcı azarlık atölyelerinden yazar çıkmıyor sözü gerçeği yansıtmıyor." dedi.
Murat Gülsoy "Arzu" ya vurgu yaparak "Sanat Akademisinden mezun her kişinin sanatçı olamadığı gibi bu atölyeleri tamamlamış kimselerde de arzu yoksa yazar olamazlar. Atölye bakış açısı kazandırır. Gerisi kişiye kalır." dedi.

HEMFİKİR DE OLDULAR

Konuşmacılar zaman zaman ortak cümlelerde birleştiler. Örneklersem:
-Yazarın bir itirazı olmalıdır. Yazmak dert işidir ve dert anlatma çabası yaratıcılığı doğurur.
-Yaratıcı yazarlık atölyeleri katılımcılarına okudukları metinleri parçalamasını, parçaladıkları metinleri analiz etmesini bilen donanımlı okuyucu olmayı vaat eder.

VE TAVSİYELER

Akademisyen-Müzisyen-Yazar Gülayşe Koçak ezberci eğitimin dilin gelişimini engellediğini belirtirken Pınar Kür bu sorunu dilimizin büyük şairlerini okuyarak çözebileceğimizi vurguladı. Koçak, ön bilgilerin ve yazarken beğendirme kaygısı taşımamızın yaratıcılığımızı kısıtladığını belirterek kısa vakitte, haldır haldır ve sansür mekanizmamızı devreye sokmadan yazmamız tavsiyesinde bulundu.
Pınar Kür: "Aklınıza gelen her şeyi yazın. Nasıl ki vücudumuz yediğimiz her şeyi ayrıştırıyor, gerekenleri gerekli yerlere bölüştürüyor ve gereksizleri atıyor siz de yazdığınız o her şeyi ayrıştırın, düzene sokun." Tıpkı sempozyum sonrası benim sana bu mektubu hazırlarken yaptığım gibi Karakedim.
Benim için can alıcı tavsiye mektubumun başında yazdığım, Bülent Somay'ın izlememizi önerdiği Amanda Palmer konuşmasıydı. Bu konudaki görüşümü ayrı bir mektupta paylaşacağım seninle.

DİMAĞIMDA KALANLAR

Sempozyum konuşmacılarından Murat Belge "Akil İnsanlar" grubunda olduğu ve programı son anda değiştiği için sempozyuma katılamadı. Kitaplarını takip ettiğim Semih Gümüş'ün katılamama sebebini bilmiyorum ancak fikirlerini dinlemeyi arzu ederdim.
Sempozyum sonunda bu üç YazıSever Kafadar'a bolca teşekkür birikti içimde ve elbette Barış'ın konuşmasında okuduğu  hikayedeki mimarın "Gün görmemiş dişler" benzetmesi kaldı dimağımda.
Benim de gün görmemiş fikirlerim vardı aklımda, hemfikir pek çok kişiyle aynı havayı solumak, bu sempozyumda bulunmak bu yüzden çok iyi geldi bana Karakedim.


SENİ ÇOK SEVEN
    GİZLİKIZ







21 Ocak 2013 Pazartesi

DOĞUM KALEMİ

Sevgili Karakedim,

Ben bu ayın ortasında doğumumun 30. yılını kutladım. Arkasından bir bir sevdiğim isimlerin ölüm haberlerini aldım.
Önce Mehmet Ali Birand ardından Toktamış Ateş ve şimdi de Deprem Dedem veda etti bize. Hayat devam ederken, ben  gelecek ocak aylarında doğum günümü kutlarken  aynı ocak onların ölüm yıl dönümlerini barındıracak...

Ölümü düşünürken, çalışma masamın üzerinde duran, geçen gün kuaför çıkışı kasada hediye ettikleri kalem takıldı gözüme.

Doğumun Kalemi ...

Çok kıymet verdiğim bir arkadaşımın vasıtasıyla tanıştığım MEHMET&ERKAN yılbaşında müşterilerine hediye etmek üzere harika bir kalem hazırlatmış.
İçinde doğum taşıyan bir kalem.

Merak ettin değil mi Karakedim?

Merakını şöyle gidereyim; Kalemin kapağında ufak bir bölme var. Bölmenin içerisinde de karaçam tohumları. Kalemin kutusunda da bu tohumların nasıl filizlendirileceği ve akabinde nasıl toprağa ekilmesi gerektiği anlatılıyor. Çam fidesi olduktan bir sene sonra da bir orman arazisine ekilmesi öneriliyor.


Kendilerine güzelleşmek için gelen müşterilerine hem güzellik hissi hem de bu tamamen doğada çözünebilir, faydası bol kalemi armağan ettikleri için teşekkürü hak etti MERHMET&ERKAN .

Üst üste gelen ölümlere üzülürken bir doğuma yardımcı olmak düşüyor şimdi bana.
Önce tohumların doğumu için gerekli ortamı sağlamak, ardından da fidemi yangınlarla yok edilmiş bir orman arazisine dikmek için harekete geçmek olsun bu Ocak görevim benim ...

SENİ ÇOK SEVEN
   GİZLİKIZ


FACEBOOKTAYIM

TWITTERDAYIM




19 Ocak 2013 Cumartesi

MUTLU UYU MEHMET ALİ BİRAND ...

Sevgili Karakedim,

İstanbul Üniversitesi'nde Gazetecilik öğrencisiyken onun da hayatını okumuştuk diğer meslek büyüklerininkini okuduğumuz gibi.

Eleştirmiştik. Mesleğin çetrefilli yolu gözümüzü çok korkutuyordu. O zaman "Benim de arkamda Vehbi Koç olsa ben de onun yerinde olurdum." demiştik.

Çocukluk etmişiz, affetsin bizi ...

En son doğum günümde seyrettim sunduğu ana haber bültenini. Çarşamba günü yoğun bakımda olduğunu okudum. Perşembe akşamı eve gelir gelmez açtım televizyonu, gene ekranda görmekti onu, ümidim.

YOKTU! Bir daha da olmayacaktı.  ...



Çok eleştirdik, "Bu adam nasıl haber sunuyor böyle." dedik. Yine de onu izlemeye devam ettik. Bana kalırsa yaptığı ciddi işe mutluluk katmasını iyi biliyordu ve izleyiciye de bunu hiç farketmeden ve farkettirmeden geçiriyordu.

Bir cuma akşamı ana haberi kapatırken "Pazartesi kimselere vermeyin, saat yedide buluşalım."demişti. Arada "Randevu" kelimesini unutması bizim durumu müstehcenliğe döküp kahkahalarla gülmemize sebep olmuştu.
Perşembe akşamından beri o kahkahaların bin katı göz yaşı var suratımda.

Bize öğrenciliğimizde önce insan sonra gazeteci olmamız öğütlenirdi hocalarımız tarafından. Mehmet Ali Birand insanlığıyla gazeteciliğini harmanlamış ve 71 yaşına kadar mesleğinin peşinde koşmuş bir adam olarak ayrıldı ekranlarımızdan. Sırf bu yüzden bile saygıyla akan bu göz yaşlarıma değer.

Onun meslek öğrettiği öğrencilerinin söylediklerindeki ana fikir: "Öğretirken bizden de öğrenen bir insandı." idi.
 Her şeyi bilmek değil bildiklerini paylaşıp herkesten öğreneceği bir şeyler olduğuna inanmak.

Bir ropörtajında "Mutlu öleceğim." demiş.

Bu öngörüsüne istinaden emin bir temenni olacak son sözüm.

MUTLU UYU MEHMET ALİ BİRAND ...



SENİ ÇOK SEVEN
   GİZLİKIZ

FACEBOOKTAYIM

TWITTERDAYIM


16 Ocak 2013 Çarşamba

TEŞEKKÜR EDERİM YEMEK SEPETİ :)

Sevgili Karakedim,

İnsanın doğum gününde sevdikleri yanında olmalı ya da yanında olduğunu hissettirmeli.

İnsanın  bu sevdikleri sabahın köründen itibaren tüm gün boyunca arayıp karga sesleriyle "Hepii Börtdey" şarkıları söylemeli.

Sosyal mecralardan iyi dileklerini sunmalı, mesajlar atıp hatırlandığını ve çok sevildiğini hissettirmeli.

İmkanı olanlar gelip kocaman sarılmalı, salyalara boğup öpmeli, miss gibi koklamalı.

 Sürprizler yapmalı, çam sakızı çoban armağanı hediyesini uzatmalı, tebrik kartı yazmalı vs.

İnsan da çok mutlu olmalı, bolca gülücük ve teşekkür saçmalı kıymetli sevdiklerine.

Buraya kadar her şey çok güzel ve "karşılıklı" iken doğum günlerimizde çalıştığımız bankalardan, sigorta şirketlerinden, internetteki alışveriş sitelerinden, kullandığımız telefon hattından hatta yaşadığımız ilçenin belediye başkanından bile tebrik mesajı alıyoruz.

Bu tebrik mesajlarının çoğunu okumuyoruz ne de olsa bizimle çıkar ilişkisi olan mecralardan geldiği için samimi bulmuyor ve önemsemiyoruz. Doğal olarak teşekkür cevabı da yazmıyoruz.

Dün posta kutumda bu tip mailler çokçaydı. Açmadan silmek için işaretlerken arada yemek sepeti nin attığı maili açasım geldi. İyi ki de açmışım Karakedim.

GÜLDÜREN KUTLAMA için tıkla

Rekabeti samimi ve kişiye özel değerlendirip bu videoyu hazırladıkları, diğer kurum ve sitelerin aynı dilekleri içeren soğuk mesajlarının arasından sıyrılmasını bildikleri, müşterinin hem kalbine hem de midesine  hitap ettikleri için yemek sepetini tebrik ediyorum.

ÇOOOOOOKKKK TEŞEKKÜR EDERİM YEMEKSEPETİ :) 

SENİ ÇOK SEVEN
   GİZLİKIZ


 Facebooktayım
Twitterdayım





15 Ocak 2013 Salı

HAYAT SAHNESİNDEKİ 30. YILIMI KUTLUYORUM

Sevgili Karakedim,

 15 Ocak bugün.

Hayat denen Sahnenin tozunu solumaya başladığım gün bugün.

Bu sahnedeki 30. yılımın ilk günü bugün.

İşte bu yüzden benim için çok önemli, çok kıymetli gün, bugün...

İzninle bugün sadece kendim için ufacık bir yazım olacak.



30 yıldır senden ya da bir başkasından daha farklı şeyler gelmedi başıma. 
Hayat sahnesinde sergilediğim tüm oyunlar hepimizinki gibiydi. Tek fark benim yorumumdu.

Şimdi elimdeki kalemim, önümdeki beyaz kağıtla, 
Saçlarımın aralarından gün yüzüne çıkıp dikkatimi çekmeyi başaran beyaz tellerimle, 
Gözlerimin içinde, çocukluğumdan kalma-büyümeyi becerememiş o gülümseme ve yine o gözlerde her seferinde olgunlaşan yaşlarımla, 
Unutup-vazgeçtiklerim, ellerini asla bırakmayıp sevgisiyle doyduklarımla, 
Hasretinden geberip, acısıyla olgunlaştıklarımla, 
Dinlediğim şarkıları, okuduğum tüm hikayeleriyle,
İçimde dizginlediklerim ve dışımda sergilediklerimle 
Yani her şeyiyle ama her şeyiyle 

HAYAT SAHNEMDEKİ 30. YAŞIM KUTLU VE MUTLU OLSUN BANA...

SENİ ÇOK SEVEN 
   GİZLİKIZ


Günün Sözü: Koşarak kaçtım çocukluğumdan, büyümeyi öğrenemedim hala...

FACEBOOKDAYIM

TWITTERDAYIM