27 Şubat 2012 Pazartesi

DÜŞLER BAHÇESİ

Sevgili Karakedim,

Bir kız çocuğu hayal ediyorum. Yan dairede verilen parti yüzünden uyuyamayınca, babasına "Mutlu olurken çok gürültü yapıyorlar." diyebilen.


14 yaşında bir delikanlı hayal ediyorum, kendini çizerek ifade eden. İfadesi anlaşılamadığı için okuldan atılan ve babasının gözünde  sorunlu evlat olduğunu sanan.
Ve
Bir baba hayal ediyorum Karakedim. Karısını çok yeni kaybetmiş, hayatını röportaj yapma peşinde farklı ülkelerde geçirmiş ve çocuklarından uzak kalmış bir baba. Eşinin ölümüyle sadece çocuklarına bağlanmış bir baba. Asıl mesleği gazeteci-yazar iken kızının mutlu olması ve oğluna yepyeni bir hayat kurma endişesiyle bir hayvanat bahçesi sahibi olmuş bir baba...

Bu üç kahramanı ve pek çok cinsten hayvanı aynı bahçe içerisinde hayal ediyorum.
Bu bahçede sadece samimiyet var. Hayvanlarla insan dilinden değil kalp dilinden  konuşulan bir bahçe burası. Bu bahçede kabul gören resmi dil kalp dili...
Ve
Bu hayal "DÜŞLER BAHÇESİ" filminde gerçek oluyor. Benjamin sadece 20 saniye içerisinde verdiği bir kararla çocuklarıyla birlikte yaşamak üzere bir hayvanat bahçesi satın alıyor ve varını yoğunu burayı adam edip açılış tarihine yetiştirmek için harcıyor.

Macerada öyle güzel, öyle samimi duygular var ki... Bir eş, bir baba, bir kız evlat ve bir erkek evlat gözünden hayat, hayvanların samimiyetinden alınan pekçok ders ve kalpten istenilen her şeyin başarılabileceği fikri...

Şubatın başında izledim bu filmi Karakedim. Vizyona veda ettiyse de mutlaka DVD si alınıp çocuklarla izlenmeli. Her yaşın kendinden bir şeyler bulacağı bir hikaye var bu filmde ve işin güzel tarafı hikaye gerçek bir yaşam öyküsü...
http://www.intersinema.com/dusler-bahcesi-filmi-fragmani/


SENİ ÇOK SEVEN
GİZLİKIZ
http://www.facebook.com/pages/Gizlikizdan-Karakediye-Mektuplar/257960857604242

24 Şubat 2012 Cuma

Bir Çılgın Diğer Çılgını...

Sevgili Karakedim,

Okumak, yazmaya ilham oluyor bende.

Geçen gün okuduğum cümle:

"Hayat şartlarımız bizi ciddi görünmeye zorlasa da hepimiz çılgınlıklarımızı paylaşacak birini arıyoruz."

Küçükken ciddi görünmek gibi bir derdi olmuyor insanın. Bu yüzden kendi gibi çılgını çabuk keşfediyor ve hayatına ekliyor.

6-7 yaşlarımda Zehra ile Bilge ekleniyor hayatıma.
Bir yaz günü apartmanın bahçesinde  iki kız çocuğu oturuyor. Ellerinde minnacık kedi yavruları. Kızın biri bir yavruyu, diğeri öbür yavruyu konuşturuyor.
-GizliKız: Naber Kedi?
-Zehra: İyidir kedi, senden naber?
Yanlarından geçen apartman sakinleri şaşkınlıkla tebessüm arasında dumur vaziyetteler:)

Bir yaz gecesi iki kız çocuğu üzerlerinde aynı gecelikleri ve ellerinde yumoş ayıları yazlık sitenin en uç köşesindeki çimlere uzanmış üzerlerine yağan yıldızları seyrediyorlar. Öyle çok yıldız var ki, kayan pek çok yıldız iki kıza dilek tutturuyor peşi sıra.
-Bilge: Hiç ayrılmayalım GizliKız.
-GizliKız: Amin.
Yanlarından geçen yazlıkçılar şaşkınlıkla tebessüm arasında dumur vaziyetteler:)

İlk gençliğe adım atarken kendin gibisini bulmak zorlaşıyor. Herkeste bir kendini kanıtlama telaşı, burnu havadalık vs. Ama çılgın çılgını buluyor ve Deniz ekleniyor hayatıma.

Bir cumartesi sabahı Deniz, elinde koca resim çantasıyla okula gidiyor. "Hayırdır?!" diye soran görevliye "Resim defterimi unutmuşum, pazartesiye ödevim var, onu alıcam." diyor. Deniz okula giriyor ama derdi resim defteri değil, hoşlandığımız çocukların sınıfının kapısında duran öğrenci tablosu. Koca tabloyu söküp resim çantasına sokuyor ve iki katlı otobüse atlayıp bizim eve tek başına geliyor.
Görevi başarıyla tamamlamış olmanın gururuyla tablodan çocukların fotoğraflarını kesip tutuşturuyor elime.
Durumu hemencecik anlayan
-Annem: Senden bunu hiç beklemezdim yavrum.
-Deniz: GizliKız mutlu olsun diye yaptım.
Annem, şaşkınlıkla tebessüm arasında dumur vaziyette:)

Deniz o an özetliyor çılgınların hayat felsefesini: "Bir çılgın diğerini mutlu etmek için yaşar." :)


Büyüyüp adam oldum sandığım ve iş hayatına başladığım dönemde artık kendim gibisini hiç bulamam derken  Amir Levent, Balım İro, Sedooot ve Deliler Kralı (D.K.) ekleniyor hayatıma.


İsmi lazım değil bir bankanın Beyoğlu'ndaki şubesinde sıradan bir iş günü. Amir de başta olmak üzere herkes gişesinde yerini almış. Dingg Donnggg! Amirin gişesinin numaratörü yanar. Gişeye gelen müşterinin sorusuna amir cevap verir. Müşteri anlamaz, amir gene anlatır. Müşteri anlamamakta ısrar edince amir soruyla karşılık verir.
-Amir: Abandana Zuttun mu?
-Müşteri: Ne?
-Bütün gişe ekibi (iç sesle): ZONKKKK!!!
Müşteri, şaşkınlıkla tebessüm arasında dumur vaziyette:)

Amir Levent*G.K.*D.K.:)
İRO Balım
Çılgınlar sessiz sakinken, önlerindeki işi yaparken bile aynı dili konuşur.


Yok artık, kendim gibi çılgını nereden bulacağım da evleneceğim derken Leo eklenir hayatıma...


Bizi tanıyanlar iyi bilirler. Bir çılgın diğer çılgını mutlu etmek için her yere KAÇIRIR.


Ciddi görünmek zorunda kaldığım her anımda çılgınlıklarıyla bana yoldaş olanlara "Çocuk Kalmayı Başaran Olgun Armutlar" diyorum ben...
 Ve...
Bir çılgın diğer çılgını ömrünün sonuna kadar hiç unutmaz!!!


SENİ ÇOK SEVEN
GİZLİKIZ


NOT: Alttaki ŞAHANE FİKİR linkinden her türlü yorumunu ekleyebilirsin.

http://www.facebook.com/pages/Gizlikizdan-Karakediye-Mektuplar/257960857604242




























18 Şubat 2012 Cumartesi

KAÇUV'da UĞURLU PERŞEMBE

Sevgili Karakedim,

Şubatın 2 haftası hafta içleri verimli-hafta sonları atraksiyonlu ve enerjisiz geçiyor.
Geçen cumartesi yaşadığım su baskınından sonra bu hafta sonu neyin var diye soracaksın?

Pek hastayım...
Alerjik faranjitim nefes aldırmıyor, kafamı kazan gibi etti, kolumu kanadımı kesti.

"Pek Hastayım!" dedim ya Karakedim, düşününce perşembe günü yaşadıklarımı ne hata bu durumda kendimi hasta  ilan etmek!!!

Hep derim ya "Uğurlu Perşembeler" olsun diye, işte bu perşembe öyle kadınlar, öyle anneler, öyle gençler ve öyle çocuklarla tanıştım ki hayata ve hasta olmak durumuna bakışım tamamiyle değişti.

Bu perşembe çok sevgili arkadaşım Leyla ile birlikte KAÇUV (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı) daydım. Vakıf için birlikte çalışacağımız 2 kitap projesi için toplantı yaptık. Cerrahpaşa Hastanesi Çocuk Onkoloji Servisinin içerisindeki küçücük odada umut dolu kocaman fikirler paylaştık. Umut dolu o odadan çıkıp çocukların, çocukluğunu tamamlayıp ilk gençliğe adım atmışların ve onların ailelerinin olduğu hikayesi pekçok odayı ziyaret ettik.

KAÇUV'un içi sevgiyle bezeli ideallerle ve pozitif enerjiyle kaplı MELEĞİ Fulya Hanım gezdirdi bizi. Her odadaki çocuğun bizce acıklı ona göre umut dolu hikayesini anlatırken Fulya MELEK öyle bir asıldı ki kulaklarıma.

"Vah vah bu yavruların haline dediğini biliyorum ama bu çocuklar  hasta olduklarını kabul etmiyorlar. Bir mikrop girdi vücuduma, ondan kurtulmak için yatıyorum burada diyorlar. Onlar senden daha hayat ve umut dolular. Kimi bu odada kendi imkanlarıyla Korece öğreniyor. Kimi 2012-2013 öğretim yılında başlayacağı okulunu düşünüyor. Arkadaşlarından geri kalmamak için ders çalışıyor. Kimi her gelenle arkadaş olup bolca gülümsüyor etrafına"

Dedim ya Karakedim bir de anneler var. Ben "Ah o anneler!" deyip gene üzülecekken bir tanesi karnı burnunda karşılıyor beni. "Önümüzdeki ay doğuracağım, bu sefer kızım olacak." diyor önündeki yatakta yatan 2,5 yaşındaki güzeller güzeli oğluna umut dolu gözlerle bakarken...

Öbür odadaki anne "Şimdi uyuttum onu." diyor. "O" Dünyaya 18 gün önce minik bedenindeki tümörle "Merhaba" diyen bebeği...

KAÇUV'da "AHHH" lara "VAHHH" lara hiç yer yok. Ah-vahh çekip psikolojisini bozanın da burada yeri yok zaten. Fulya MELEK "Yaptığımız hiçbir çalışmada ağzında maskeyle bir çocuğun fotoğrafını kullanmıyoruz, saçı dökülmüş hiçbir yavrunun görüntüsünü paylaşmıyoruz. Bu çocuklar iyileşecek ve hayata kaldıkları yerden devam edecekler. Ne şu anda acıtasyona ihtiyaçları var ne de ileri de saçı dökük, maskeli hallerinin bir gün karşılarına çıkmasına!" diyor.

Bu, vakıftan ziyade çocuğu düşünen anafikre saygı duymaktan ve Fulya MELEK'in önünde eğilmekten başka bir şey düşmüyor bana...

Bir de sürekli düşündüğüm tek bir şey var. BU KAHRAMANLARIN İÇİNDEKİ UMUDA BİR YENİSİNİ EKLEMEK...


KAÇUV daha önce birçok matbaa ile çalışmış ancak elimden geldiğince editoryal yardımda bulunacağım ve geliri tamamen bu çocuklara umut olması için kullanılacak 2 kitabı profesyonel bir yayınevine bastırtmak içlerindeki tek arzu. Basım-dağıtım ve tanıtım aşamasında kendilerine destek verecek, sosyal sorumluluk projelerinde yer almayı kendine misyon edinmiş bir yayınevi arıyorum şimdi.

Varsa böyle bildiğin, duyduğun, çevresinde bulunduğun, bir tanıdığının çalıştığı vs. bir yayınevi lütfen ulaş bana.


gizemtoklu@yahoo.com


http://www.kanserlicocuklaraumut.org/tr-TR/

Sevgilerim hep seninle Karakedim...
GİZLİKIZ

Aşağıdaki Şahane Fikir linkinden yorumunu bırakabilirsin.

http://www.facebook.com/pages/Gizlikizdan-Karakediye-Mektuplar/257960857604242























14 Şubat 2012 Salı

SUDAKİ "NEŞE"


Sevgili Karakedim,

Bugün Sevgililer Günü diye, benim Leo ile evliliğim pek bir meşakkatli oldu diye günün anlam ve önemine yakışır bir mektup beklersin benden bilirim...Ama ben bugün evliliğimdeki sevgiden değil evdeki suya düşen "NEŞE" den bahsedeceğim sana.

Bir buçuk senedir bu bahçe katında ikamet ediyoruz. Bu sürenin bir senesi, altımız kiler üstümüz satılık boş daire olarak geçti. Biz de Leo ile bu boşluğa güvenip gürültü dolu tadilatlar yaptık, dostları malikanemizde ağırladık, sesi sonladık, avaz avaz şarkılar söyledik, sarhoş olduk, yılbaşını balkonda kutladık vs. Dostlar, sarhoş akıllarına gelip de  "Komşular rahatsız olacak!" deyip kahkahayı bastıkça "Altımız kiler üstümüz de boş, koyverin gitsin." dedik biz de kahkahalarla...

Sonra Leo ile ben  bi durulduk. Bu durgunluk sürecimiz devam ederken üst daireyi birileri satın aldı ve biz tatildeyken taşındılar. Biz onlara "Hoşgeldiniz" demedik...

Yeni ev ve yeni evli çift... Bolca tadilatları ve misafirleri oldu. Beraberinde bolca gürültüleri. Pazar sabahı süpürge sesiyle uyanıp bolca söylendim. Evin hanımı pek neşeli, misafirleriyle gülüştükçe ben bolca söylendim. Hatta bir ara Leo'ya "Kalk çıkalım yukarı, bizi de alın aranıza, neye gülüyorsunuz bu kadar bize de anlatın gülelim" diyerek sinirimi belli ettim Karakedim.

Sonra olanlar oldu...

Cumartesi gecesi EİDA (Ev İçi Doğal Afet) yaşadık Leo'yla. Kombimiz arızalandı ve gecenin 11 inde su bastı malikanemizi. Her şey Allahtan dediğimiz bir sürü olay yaşandı devamında. En önemlisi Allahtan evdeydik.

Leo su vanasına doğru koşarken salon kabarırsa çok fena olur diye bağırıyordu. Bir yandan Leo'nun feryadı, bir yandan kombiden durmaksızın inen su, bir yandan bir sene öcesine kadar bankacı olup hergün millete zorla sigorta satarken kendi evimi sigortalatmamış olmamın pişmanlığı beynimi yiyorken farkettim onu.

Her şey saniyeler içinde olmuştu. Üst komşum Neşe, eşi Erman'ı da kapıp inmişti aşağıya, açık olan dış kapımızdan içeri sorgusuzca dalmış, elindeki havlularla çömelmişti yanı başıma.

Biliyor musun Karakedim, onun varlığı kendime getirdi beni, topladım soğukkanlı geçinip de eli ayağı boşalan kendimi ve kaldır halıyı dedi kaldırdım, buzdolabını çekelim dedi, çektirttim, havlu bul bana dedi banyo havlularımızı hiç düşünmeden feda ettim vs.

Aynı apartmanda komşu olduğumuz dostlarımız varken, aramak aklımıza gelmedi. Kapının önünden geçen komşular, perişan halimizi görüp sadece "Geçmiş olsun" derken hiç tanımadığım Neşe ve Erman çoktan çoraplarını çıkartmış, paçalarını sıvamış canla başla çalışıyorlardı.

Bir saat içerisinde ev alt üst ama EİDAKE (Ev İçi Doğal Afet Kurtarma Ekibi) sayesinde kupkuru olmuştu. Gecenin 1'i bu muhteşem ekibi ıslak pijamaları ve çorapsız ayaklarıyla kapıdan uğurlarken "Hızır gibi yetişmek buymuş!" diyordum Leo'ya, Karakedim...

NOT: Hızır Gibi Yetişmek deyiminin anlamı: İnsanın dara düştüğü, çok sıkıştığı, çaresiz kaldığı bir zamanda beklemediği bir kişinin yardımına yetişmesi.

SENİ ÇOK SEVEN
GİZLİKIZ

http://www.facebook.com/pages/Gizlikizdan-Karakediye-Mektuplar/257960857604242





12 Şubat 2012 Pazar

KÜÇÜKKEN CAMDA ÖLDÜRDÜĞÜM HAYALET, BÜYÜYÜNCE ASANSÖRDE ÇIKTI KARŞIMA

Sevgili Karakedim,

Geçen gün dost meclisimizin gündeminde medya gündemine paralel olarak 80'ler&90'lar vardı. Çocukluğumuzu ve gençliğimizi yatırdık meclis kürsüsüne. Kürsüye çıkma sırası bana gelince şevkle buyurdum şöyle:

"Ben çocukken KORKUSUZDUM be dostlar! Ben o zamanlar ya sokağın ortasındaydım ya denizin derininde. Ya ağacın ya da tramplenin tepesinde.
Özellikle yaz ayları sokaktan kimse alamazdı beni. Bisiklete binerdim, paten kayardım. O patenlerle, Suadiye Oteli'nin önündeki gençler için kurulmuş alanda, tramplenin tepesinden aşağı uçardım. Yazlıkta iskeleden bisikletle denize atlardım. Denizde bağlı teknelerin altından nefesimi tutar da dalar geçerdim. Derindeki kayalardan en yükseğe zıplar da suya atlardım. Bir de dut ağacına tırmanırdım da düşer beynimi patlatırım diye hiç korkmazdım. Ben o zamanlar korku nedir bilmezdim  be dostlar!"

Konuşmam bitip kürsüden inerken tökezledim. Sanki başım döndü biraz, beynim bir sinyal çaktı hafızama da iç sesim "Bok bilmezdin." dedi suratıma! Ben şaşakalmışken edepsiz iç ses şevkle buyurdu şöyle:

"Madem korkusuzdun, bütün akrobatik sporlar sendeydi, dalar, zıplar, uçar, konardın da ne diye o hayaletten korkup işerdin altına?"

Bu sorunun üzerine tekrar çıktım kürsüye, mikrofunu hizaladım dudaklarıma ve yeniden buyurdum şöyle:

"Ben çocukken, her gece yattıktan sonra penceremin camında beliren bir hayaletim vardı. Öyle Casper falan da değil,  insanın tüylerini ürperten cinsten bir hayalet. Gölgesi pencerenin sağından başlar soluna kadar salınırdı. Çok korkardım çok, yorganın altına saklanırdım, tırnaklarımı kemirirdim. Sabah oldu mu onu anneme şikayet ederdim. Güler geçerdi annem. "Kızım,  ağacıın dallarının gölgesi vuruyor cama. Sen hayalete mi inanıyorsun? Hayalet diye bir şey yok bebeğim" derdi her seferinde.



Büyük birinin beni anlayamayacağı dank etmişti kafama. Bir sabah kuzenimi arayıp akşam bizde kalmasını ona çok önemli bir şey göstereceğimi söyledim. O gün kuzenim geldi, tüm gün ne göstereceğimi sordu durdu. Anlatırsam korkar, geceyi beklemez diye sürprizz dedim kandırdım onu. Gece oldu, yattık yataklarımıza. Hooop Hayalet camda. İşte bu dedim. Bu hayalet her gece geliyor camıma. Kuzenim bastı çığlığı başladı ağlamaya. Koştu annemlerin odasına. "Halaaaaa nolur babamı araaaaa! Gelsin alsın beni. Bu evde hayalet var ben kalamam buradaaaa." dedi. O gece kuzenimin de onu görüp inanmış olması ve annemden yediğim zılgıt, hayaletin bende bir sır olarak kalması gerektiğini öğretti bana.

Her gece bu sırla çalıştım uyumaya. Görünürdü camda başlardım Yaradanla konuşmaya. "Allahım ne olur defolup gitsin, çok korkuyorum ama belli etme bunu ona." Korkuyla geçen gecelerin sonunda bir gece topladım tüm cesaretimi, camda belirir belirmez başladım onunla konuşmaya. "Bana bak pis hayalet, benim babam var ağabeyim var, onların da tüfeği var. Bir daha bu cama gelirsen vuracaklar seni. Kaç canını kurtar!!"

Deliliğimin son noktası öyle bir işe yaradı ki. Bir daha gelmedi camıma... O kendinden emin tehdit öldürdü onu camımda.

Büyümüştüm artık, üniversite bitmiş, çalışma hayatına başlamıştım. Yıllar önce öldürdüğüm o hayalet bir gün asansörde yalnızken çıktı karşıma. Nereden çıktın sen diye sormaya kalmadan sarıldı boğazıma. Nefesim kesildi. Sandım ölüyorum. 2. kata çıkana kadar geçen sürede ecel terleri aktı alnımdan. Kalbim ağzımın içinde attı. Asansörden çıktığımda eli yoktu boğazımda. Gitmişti...

Artık kapalı olan her alanda eli boğazımda o hayaletin. Uçağa, metroya, tramvaya hele ki asansöre hiç binemem ben."



Meclisteki dostlar şaşkındılar Karakedim. Bilirlerdi kapalı alanda kalamadığımı da anlam veremezlerdi bana. Ben dost meclisinin kürsüsünden bu defa başım dik inerken iç sesim gururla buyurdu şöyle:

"Hayatının en cesur, en korkusuz olduğun zamanlarıdır çocukluğun . Hiçbir korku savaşamaz seninle. Ola ki dikilirse karşına, yenilir deli cesaretinin kılıcıyla. Kanlar içinde düşüverir ayaklarını dibine.
Ama
Çocukken savaşıp yendiğin o korku, intikamını almaya gelir elbet. Hayalet olur büyür seninle. Sana hiç görünmez, hayatını izler sinsice. Hani olur ya her şey dolar içine, çözemezsin, daralır, kendini zayıf hissedersin, işte o zaman, o hayalet, bir kuytuda görünür gözlerine. Hissedersin elini boğazında. Sıkıverecektir ümüğünü, kesecektir nefesini. Çocukluktan kalma bir cesaretle uzun uğraşlarla ittirirsin o eli ve  kurtulursun kuytudan. Çocukken bir kere öldürmüştün ya onu, sen büyüyünce, o, her kuytuda öldürecektir seni."

Hiçbir çocuğun "hayaleti" olmasın Karakedim...

SENİ ÇOK SEVEN
    GİZLİKIZ


NOT: Varsa korkuların, paylaşmak istediklerin ya da yorumun ŞAHANE FİKİR linkinden yazabilirsin    bana.
           Belki de Facebook sayfamı beğenmek istersin. Hiç durma tıkla:           http://www.facebook.com/pages/Gizlikizdan-Karakediye-Mektuplar/257960857604242










8 Şubat 2012 Çarşamba

RÜYA GÜNLÜĞÜM

Sevgili Karakedim,

Bundan yıllar yıllar önce, çok sevdiğim bir arkadaşımla birlikte Beyoğlu'nda kahve falı bakılan bir kafeye gitmiştik.  Falımıza bakacak olan kadın pek tutulan bir şahıstı ki namını benim arkadaş da duymuş beni de kendisiyle tanıştırmak için ısrar etmişti. Güya kahve bahaneydi,  kadın neredeyse fincanı açmadan döktürüyordu gördüğünü iddia ettiği gerçekleri.

Şimdi, asla zahmet edip de çıkamayacağım yükseklikteki dar merdivenlerden tırmanıp kafenin içine vardıktan sonra karşılaştığım, minik masalarda çömelmiş oturan kalabalık gözümü korkutmadı değil. Her masada en az 2 kapatılmış kahve fincanı ve merakla bekleyen 2 çift göz vardı.

Oturduk biz de bir minik masaya, söyledik şekerli Türk kahvelerimizi, bir fırtta içip "Neyse halimiz  çıksın falimiz." diyerek kafamızın üzerinden çevirdiğimiz fincanlarımızı, tersinden buluşturduk tabaklarıyla.



Nihayet sıra bizim minik masaya geldi. Falcı hatun çekti bir tabure, koca poposuyla çömdü o taburenin üzerine. Önce arkadaşımın falına baktı, yazdı -yazdı, saydı- saydı, attı-tuttu. Onu çok mutlu etti döndü bana...

Koca popolu falcı hatun açtı fincanımı, aynı anda oldu mu benim gözler fal taşı kulaklar Mr. Spark:)

- KOCA POPOLU FALCI HATUN: Kızım, senin falına bakılmaz!

- BEN: Neden ki?

- KOCA POPOLU FALCI HATUN: Senin kaderin çizilmiş, belli. Seni melekler koruyor ve bu melekler her gece rüyanda sana hayatınla ilgili işaretler veriyor.

- BEN: Nasıl yani?

- KOCA POPOLU FALCI HATUN: Bu melekler rüyanda bir arkadaşının, bir tanıdığının kılığına girerek sana mesajlar veriyor.

Nasıl bir hayal kırıklığı değil mi Karakedim? Sen onca merdiveni tep, onca kalabalığın içinde minnacık bir masada saatlerce "aşk hayatınla ilgili ne söyleyecek" diye merakla bekle, koca götlü kadın kalksın "Sana fal-mal yok, YAT RÜYAYA desin."

Taksim-Bostancı dolmuşunda sırf bu mevzu vardı arkadaşımla aramızda. Tüm köprü trafiği boyunca dalga geçtik durduk, o kadar atmasyondan sonra kadın tükendi bana yazamadı bir hikaye dedik.

Dedik demesine de ben o günden sonra yıllarca kahve falı baktıramadım. Şimdi de şakasına dostlarımla kendi aramızda atar tutarız. Bir bilene (bildiğini sanana) asla bulaşmadım...

O günden sonra her gece gördüğüm ve sabah hatırlayabildiğim kadarıyla kendimce yorumlamaya çalıştığım rüyalarım oldu. Bu rüyalarda ara sıra gördüğüm hep aynı arkadaşlarım oldu. O arkadaşı gördükten sonra yaşadığım aynı olaylar. Ayşe---yeni bir aşk. İsmail---yeni bir iş gibi...

Aslında çok daha ciddi ama özetle anlayabilmen açısından bu örneği verdim Karakedim.

Yıllarca rüyalarıma çok önem verdim. Gördüğüm rüyalarımın psikolojik, bilinçaltı-bilinçdışı boyutu beni hep şaşkınlıklara sürükledi. Hep istedim ama zamansızlıktan ya da ötelemekten bir rüya günlüğü tutamadım. Tuttuğum anda, içime yapacağım  muhteşem bir yolculuğun başlayacağını  bildiğim halde boşverdim.

Taki Buket Aşçı'nın "2012 Listem" başlıklı yazısını okuyana kadar. Bu yazıdan ve konuyla ilgili düşüncelerimden  KOSKOCA OCAKTA NE YAPTIN?   başlıklı mektubumda bahsetmiştim. Hatırlamak istersen  http://gizlikizvekarakedi.blogspot.com/search/label/AYLIK%20YORUM-SAL  . Artık 01.02.2012 tarihinden itibaren her sabah hatırladığım kadarıyla rüyalarımı not ettiğim bir rüya günlüğüm var Karakedim.



Anlaşılan o yazımı Okan Bayülgen de okumuş olacak ki dünkü Muhabbet Kralı programında RÜYA konusunu işledi. Masasındaki uzmanlarla rüyaların çeşitleriyle, bu konuyla bağlantılı terimlerle ilgili vb. sohbet etti.

Programın başında telefonla bağlanan bir izleyici de benim tüylerimi diken diken etti: İzleyici yıllardır rüya günlüğü tuttuğunu. 16.09.2010 tarihinde rüyasında eşinin öldüğünü görüp, günlüğüne not ettiğini, eşinin 16.10.2011 tarihinde vefat ettiğini söyledi.

Elbette durumun ayrıntısını bilemiyoruz. Belki eşi uzun zamandır rahatsızdı. Bu durum kendisini çok etkiliyordu. Dolayısıyla rüyalarına giriyordu. Uzun süren hastalık evresinin sonunda tesadüf bir sene sonra eşini kaybetti vs.

Okan Bayülgen de kendi hayatından şöyle bir örnek verdi: -Yıllar önce bir film çekiminden sonra silahlı saldırıya uğramıştım. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra çok da görüşmediğim ama sevdiğim, saydığım ve beni de sevdiğine inandığım Nedim Saban arayarak, "Seni olay gününden önceki gece rüyamda görmüştüm, rüyamda vuruluyordun." Annemi de bir komşusunun kızı arayarak rüyasında benim vurulduğumu  söylemiş vs.-

Ben de bir arkadaşımı uzun zaman görmem, kendisinden haber almam. Rüyama girer, uyanırım. Tak  o gün o arkadaşım beni arar.

Okan Bayülgen bu tip rüyalar gören insanların genelde şişman ve iyi insanlar olduğunu söyledi şaka ile karışık:) İyi bir insan mıyım bilemem ama pek zayıfım onu söyleyebilirim Karakedim:)

Bayülgen'in sanki yazımı okumuş gibi, bahsettiğim bir konuyu programında işlemiş olması hoşuma gitti. Konu Rüya olunca pek bir sevdim. Ne de olsa onun işlediği konular da bana düşünce ve akabinde mektup malzemesi oluyor.

Dünkü programa göz atmak istersen www.youtube.com/watch?v=d0jgRFAmfB0

Yakında Kraliyet Ailesi'nde FALLAR konusu işlenirse hiç şaşırmam Karakedim:)

SENİ ÇOK SEVEN
GİZLİKIZ

NOT: Alttaki Şahane Fikir Linkinden Kıymetli Düşüncelerini benimle paylaşabilirsin.
          Belki de Facebook sayfamı beğenirsin:) http://www.facebook.com/pages/Gizlikizdan-Karakediye-Mektuplar/257960857604242

6 Şubat 2012 Pazartesi

Üslubunu Seveyim

Sevgili Karakedim,

Popüler iki diziden birer sahne var aklımda. Zaman zaman durup düşünüyorum üzerinde...

Birinci sahne Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin setinden. Küçük Osman okulunun bahçesinde sevdiği kızın gözüne girebilmenin derdinde. Kıza çok sevdiğini bildiği için bir Tommiks hikayesi anlatıyor. Osman kendinden geçmiş, kız ağzı açık onu dinliyor. Tam bu esnada Osman'ın rakibi "kötü" çocuk yanlarına iştigal ediyor ve Osman'ı susturup  hikayeyi alıp devam etmek üzere açıyor ağzını.
Osman kalakalıyor ya içim bir acıyor ona. Söyleyecek çok sözü varken susmuş olmanın ağırlığı oturuyor küçük omuzlarına. Aynı ağırlığı ben de hissediyorum büyük omuzlarımda. Ve dış ses tercüman oluyor ikimize:

" Hayatı boyunca okudukları Tommiks Teksas'ı geçmeyenlerin kendilerinde buldukları özgüveni hep hayranlıkla izledim. Onlar konuştu, ben hep sustum."  ...

İkinci sahne Kuzey Güney'in setinden. Kuzey, babası, Güney ve Banu iç mekan sahnesi çekiyorlar. Kuzeylerin evindeler. Kuzey Banu'ya çok kızgın. Habersiz bir şekilde Zeynep ile ikisini Antalya'ya gönderip Zeynep'i özellikle babasının karşısında zor duruma düşürdüğü için Banu'yu gırtlaklayabilir. Nitekim kızgınlığını dile getirdiği ve hakkını aradığı, hislerini Banu'nun suratına tokat gibi vurduğu bir sahne izliyorum. "Ağzına sağlık." deyiveriyorum Kuzey'e. Arkasından anlıyorum ki aslında bu sahne sadece Kuzey'in aklından geçip de diline vuramadıklarını gösteriyor.Asıl sahne Kuzey'in Banu'ya susmasıyla bitiyor. Yani söyleyecek çok sözü varken Kuzey de susuyor...


Bu noktada durup düşünüyorum Karakedim. İçinde bir volkan patlarken ağzını sımsıkı kapalı tutup da lavları iç suyunla söndürmeye çalışmak erdem mi yoksa eziklik mi?


Düşünmeye değer değil mi? Susmak da bir üslup. Susmanın erdemi ya da ezikliği. Hangisi? Düşünmeye değmez mi?

Elbette hep susmuyorum hayatta, konuşacak, kendimi ifade edecek mecralar da çıkıyor karşıma. Bu sefer de konuşmanın üslubu önem kazanıyor. Hayat sahnemden iki örnek vereceğim Karakedim.

Geçenlerde sana da mektup olarak göndermiştim, "En Azından Senin Gibi İnternette Çilek Ekip İnek Beslemiyorum" başlıklı yazımı ilk olarak 16.06.2010 tarihinde Yazarport'da yayınlamıştım. Hatırlayacağın üzere konu, kadın-erkek ilişkisi üzerine esprili bir yaklaşımdan yola çıkıyordu.

Konu kadın-erkek ilişkisi olunca bir erkek okuyucudan ciddi eleştirel bir yorum aldı yazım. Eleştirinin her cümlesini hazmederek okuduktan sonra şu yorum çıktı kalemimden:

"Sevgili Okuyucu,
Yorumunuzdaki her cümleye canı gönülden katıldığımı belirtmek isterim.
Kadın-erkek ilişkisi üzerine kafa yorarken boş boş baktığım televizyonda izlediğim reklam, kadın ruhumu okşadı, pek bir keyif aldım reklamdaki kadının verdiği cevaptan ve yazım dökülüverdi klavyemden.
Kadın-erkek davranışlarının karşılaştırmasına girmek aslında çok mantıklı gelmiyor bana. Bakın, bir erkek olarak ne kadar güzel anlatıyorsunuz bizim davranışlarımızı ve sizin ne sebeple bilgisayar oyunlarına daldığınızı. Ne kadar güzel karşılaştırma yapmışsınız "Sizin banyoda makyaj yaparken harcadığınız elektrik bizim bilgisayarın açık kaldığında harcadığımız elektrikten azdır."diye.
Bu yazıyı okuyan başkaları için de kim bilir ne örnekler vardır her gün eşiyle, sevgilisiyle, hayatındaki değerli kişiyle yaşadığı.
Diyorum ya kadınlar ayrıntıları seviyor, bir kelimeyi on cümleyle telaffuz ediyor. Erkekler de sabırla, süzgeç misali cümleleri eleyerek asıl anlatılmak isteneni bulmaya çalışıyor.
Eee bu da zor zanaat, haklısınız. Bir süre sonra sıkar adamı, katılmamak mümkün değil.
Kadın olarak da bu kadar ayrıntıyla uğraşınca çok akıllı şeyler yapıyoruz sanıyoruz biz de kendimizi, bu duygu da bizim ödülümüz olsa gerek.
Kadınlar erkeklerin gözleriyle, erkekler de kadınların gözleriyle bakabilse hayata bu kadar eğlenceli olmazdı belki de ilişkilerimiz ne dersiniz?
Yazımı dikkatle okuyup, hayatınızdan da örnekler katarak içten bir yorum yaptığınız için çok teşekkür ediyorum.
Sözcüklerinize sağlık..."

Halbuki ben bir kadınım ve hemcinslerimi erkeklere karşı savunacak pek çok haklı sebebim var ama hayatta tek bir doğru yok. Ayırt etme ve düşünme yeteneği olan herkesin bir fikri dolayısıyla kendi doğrusu var. Tartışırken dahi bunu unutmadan seçebilmek cümleleri ve onun gözünden haklı olduğunu bilerek savunmak hislerini... Bu üslubu seviyorum. Bana hep güzel şeyler kazandırıyor. Üslubu bu olan yorumum karşısında okurun cevabı:

"Asıl ben size çok teşekkür ederim. Şimdi düşündüm evet biraz sert çıkmışım siz kadınlar bazen insanı gerçekten deli ediyorsunuz :)) Sevgi aileden aşılanır insanın ruhuna. İnsanı seven sabretmeyi öğrenir. Annenizin babanızın ellerinden öperim sizler gibi hoşgörülü ve sevgi dolu insanlar yetiştirdiği için. Yazılarınızı takip edeceğim. Kolay gelsin başarılar."

Şimdi ben bu üslupla ne kaybettim Karakedim. Fikrini ateşle savunan bir bireyin bir saniye durup "Böyle bir bakış açısı da var. Bu da farklı bir pencere ve o da KENDİNCE HAKLI." Diyebiliyor olması en büyük kazanç.

O yazımı ve şu anda "okuyucu" olarak bahsettiğim, o dönem takibe alıp yazı üslubunu takdir ettiğim Yazarport yazarıyla aramızda geçen yorumları  http://www.yazarport.com/read.aspx?yazino=11281  dan ayrıntısıyla okuyabilirsin Karakedim.

İkinci örnek çok yakın zamanda gerçekleşti. Dünyaca adını duyurmuş bir yazar olan Paul Auster, ülkemizdeki tutuklu gazeteci ve yazar sayısının çok fazla olması sebebiyle "Demokratik olmayan ülkelere gitmiyorum, Türkiye'ye gelmem." dedi. Bu noktada not düşmem gerekirse, yazarın son kitabı Kış Günlüğü, y kendi ülkesi Amerika'dan bile önce Can Yayınları tarafından Türkiye'de yayınlandı. 

Paul Auster'ın son söylemiyle ilgili başbakanımız da "Gelmezsen gelme, biz de sana çok muhtaçtık." dedi. Bu konuyla ilgi haberi geçen mektubumda sana bahsettiğim ve keyifle takip etmeyi sürdürdüğüm Edebiyat Haber sitesinden okudum. Haberi gözden geçirmek için http://www.edebiyathaber.net/austerdan-erdogana-jet-yanit/ .

Bu haberin üzerine bir okuyucu kendine göre haklı sebeplerinden dolayı çok kızmış ve Paul Auster'ı kastederek habere şu yorumu yapmış:



 "Aptal yaratık...İsrail de gazetecilerin tutuklu olmaması, İsrail'in insan haklarına saygılı ve demokratik bir ülke olduğunun kanıtı mıdır?Masum sivillerin ve çocukların bombalanması, filistin halkına uygulanan ambargolar işkenceler, hangi haksızlıktan daha masum olabilir ki? Ben de seni hakkaten adam sanırdım... Ne içiyo bu salak herif de böylesine aptal ve cahilce cevaplar verebiliyor anlamadım gitti... Tam komedi :((("

Benim yorumum ise kesinlikle bu yoruma cevaben değil tamamiyle haberi okuyunca düşündüklerime istinaden döküldü klavyemden. Sonuç olarak  habere bu yorum yapılmasaydı da ben aşağıda yazdığım fikrimi paylaşacaktım:

"Paul Auster Kendi ülkesi dahil her ülkede sorunlar yaşandığını kabul ediyor. israil'in tüm acımasız 

uygulamaları da kabul edilen bu sorunlardandır. Üzerinde durulan mesele gazetecilerin tutuklu olmalarıdır. 

İsrail-Türkiye karşılaştırması değildir. En azından ben haberi okuyunca bunu anlıyorum. Neyi tartışırsak 

tartışalım üslubun çok önemli olduğuna inanıyorum. Sağlam bir yazar, kendince kızmış bir şeye ve tepki 

gösteriyor. Haklı ya da haksız ama sen Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı olarak "Hah biz sana çok 

muhtaçtık"diyorsun. Bu üslubu onaylamıyorum. Tabi bana da muhtaç değilsin başbakanım, onaylasam ne 

olur onaylamasam ne olur..."


Aynı okuyucunun yorumu: 


"Evet kesinlikle üslup çok önemli...Tartışılan konu...fikir ve düşünceler her ne kadar farklı olsada , tahammül ve saygı göstermek zorundayız. Bu konuda GizliKız'a  sonuna kadar katılıyorum. Bende yazara yönelik hakaret içerikli yazımdan dolayı şahsım adına özür dilemek istiyorum. Ve yazarın açıklamasının şehvetine(!) kapılıp :) Paul Auster' e hakaret ettiğim için kendisinden ve Edebiyat Haber okuyucularından sonsuz özür diliyorum... Sanırım yazarın İsrail' e gidip gelme konusunda tek kriterinin düşünce özgürlüğü olması ve bu ülke hakkında diğer hassasiyetleri görmezden gelmesi bende şartlı refleks sorunu içeriyor. Gerçekten üzgünüm."

Yine aynı noktaya geldik Karakedim. Üslup, fikrini ateşle savunan bir bireyin bir saniye durup "Böyle bir bakış açısı da var. Bu da farklı bir pencere ve o da KENDİNCE HAKLI." Diyebilmesini sağlıyor. 
Konu kesinlikle benim, senin, onun haklı olması değil, hayat evinin bambaşka şekillerde pencerelerinin olması.

Hayatımın bir dönemi çokça susarak ve o patlayan volkanı ağzımdan kusmayıp içimde söndürmeye çalışarak geçti. En çok söyleyecek sözü olana susarmış ya insan. Belki de karşımdaki beni anlamayacak, konuşsam dahi o bu pencereden bakamayacak diye düşündüm. Ve çokça da kızdım kendime. Neden okumaya devam ediyorum. Farklı fikirleri hazmedip kendi fikrimi buluyorum. Konuşsam, anlayan yok ki neden kendimi yoruyorum dedim. 

Şimdi görüyorum ki çokça okumak ve farkında olarak solumak bana sabırlı ve hoşgörülü bir ÜSLUP kazandırdı. 

Ve şimdi görüyorum ki beni anlamaz dediklerim beni benden daha iyi anlıyor...

Kalbim Hep Seninle Karakedim...

GİZLİKIZ








1 Şubat 2012 Çarşamba

KOSKOCA OCAKTA NE YAPTIN?

Sevgili Karakedim,

Aralık 2011'de yeni yıl için ne planlar yaptık. Çoğumuz listeler oluşturdu. Maddeleri birbir dizdi, kendini motive etti. Her sene sonu olduğu gibi yepyeni bir başlangıca "Merhaba" derken, hayat da yenilensin istedi. Çok eski yıllarda, yıl sonlarına tekabül eden günlerde,  ben de sana yazdığım günlüklerimde böyle listeler yapardım. Sen hatırlar mısın bilemiyorum ama ben o maddeleri birbir yerine getirir miydim, inan hatırlamıyorum:)

Dün gece çok güzel bir rüya gördüm. Çok etkilendim. Bilinçaltımın bir oyunu mu yoksa Allahımın bir işaretimi bilemedim, rüyamın büyüsü de bozulsun istemedim ve Leo, annem ve hatta büyük rüya yorumcusu teyzem (Nam-ı diğer Sarı Papatyam) dahil kimseye anlatmadım. Rüya tabirlerine de bakmadım, incelemedim, araştırmadım. Beni etkilediği gibi kalsın istedim ama rüyamı kimseye anlatamamak, biraz önce bahsettiğim "Yılbaşı Listelerinden" birini getirdi aklıma.

"Ne alaka GizliKız?" diye sorduğunu duyar gibiyim Karakedim. Şöyle ki; Vatan Kitap'ın editörü Buket Aşçı Aralık sayısında yayınlanan yazısında 37 maddelik bir "2012 Listem" yapmıştı ve pek bu tip kişisel listeleri okumak hoşuma gitmese de bir göz atmıştım. Tamamen kişisel olan bu listede 20. madde çok hoşuma gitmişti.

Buket Aşçı "2012 Listem" Madde 20 şöyle der: "Daha çok rüya görmek, uyandığımda rüyamı yüksek sesle düşünmek hatta bir deftere yazmak. Rüya günlüğü tutmak."

Ne kadar kişisel bir liste de olsa 20. maddesi Şubat 1 itibariyle benim de uygulamaya başlayacağım bir madde oldu. Bu günlüğün ilk rüyası da dün gördüğüm, çok etkilendiğim ve bana bunları yazdıran o rüya olacak.

Dediğim gibi Karakedim. Yıl sonlarında yeni yıl için listeler hazırlayamasam da ocak sonu itibariyle her ay bitiminde o ayı değerlendiren bir yazı yazmaya ve bunu sana mektup olarak göndermeye karar verdim.

Hayat akıp gidiyor, kimimiz nefret ettiğimiz, mecbur olduğumuz işlerde sürünüyoruz, kimimiz sevdiğimiz ancak zorlukları artık ağır basan işlerle uğraşıyoruz. Kimimiz derslere takılıyoruz, kimimiz çocuk peşinde koşturuyoruz. Özellikle kışın günler çok kısa o yüzden anlamıyoruz bile akşam olmuş, yorgunluk gözlere oturmuş ve gecenin keyfi çıkartılmadan, sohbet edilmeden ama en önemlisi kendine vakit ayırmadan, sevdiğin bir meşgaleyle uğraşamadan gece bitmiş...

Sevmediğim bir işte başarılı olmaya çalıştığım ve kendimi hırpaladığım, üstüne yeni evlendiğim o dönemlerimi hatırlıyorum da şimdi gündüzleri yalnız kaldığım saatlerin kıymetini öyle iyi biliyorum ki Karakedim. "Sıkılmıyor musun?" diye soranlara gülüp geçiyorum. Ben o saatleri yıllardır öyle özlemişim ki...

Ocak 2012, böyle saatlerin çokca olduğu dolayısıyla çokça mutlu olduğum ve en önemlisi sana mektup yazmaya başladığım bir ay oldu. Bu ayın en güzel gelişmesi olarak GizliKız'Dan Karakedi'Ye Mektuplar ı seçiyorum.

Ocağın başında babamın ısrarı üzerine "babaevim"deki  o çocukluk-genç kızlık odamda yapmış olduğum derleme toparlama çalışmasının ardından elimde koca bir koliyle döndüm evlilik yuvama:) Henüz kutuyu açıp da içindeki kitaplarıma, defterlerime, günlüklerime,uğurlu  kalemlerime, ilk fotoğraf makinam Zenit'ime ve bir zamanlar dostlarımdan gelen mektup ve kartları biriktirdiğim dosyalarıma tek tek dokunamadım. Bir dokunabilsem yazdığım mektupları sana yetiştirebilmek için postacılar fazla mesai yapmak zorunda kalır:) Hele bu karda kıyamette yormayayım Postacı Amcaları:)

Tam da bu anılarla dolu koli benim için en kıymetlilerini koyduğum mücevher kutusu etkisi yapmışken Okan Bayülgen Disko Kralı'nda 90'lar ve Yalnızlar Geceleri düzenleyerek beni bu ay aldı götürdü çok eskilere. Hala oralardan buralara pek dönmüş sayılmam. Öyle konularla mektup olarak sana dönüş yapacağım ki Karakedim, mektuplarımı sabırsızlıkla bekle derim:)

Bu ay bolca süprizlerle geçti. Malum benim doğumgünüm vardı Ocağın 15'in de ve Canım Şiveynimin (Annem) beni mutlu edebilmek için yaptığı her şey ama her şey takdire şayan olmakla birlikte çok mutlu etti beni... Ancak ayın sürprizi olarak Leo'nun beni doğumgünümde çocukluğuma götürmek üzere düzenlediği Abant Gezisi'ni seçiyorum. En kıymetli hediye olarak da Leo'nun hediyesi Oğuz Atay Tutunamayanlar ı seçtim. Hala hediye paketinden çıkartamadım. Biliyorum ki bir okumaya başlayınca hayat duracak...

Kitaplardan bahsetmeye başlamışken, benim için en karamsar geçen ocağın 3. haftası da boş durmadım ve kitaplığımın yerini değiştirme bahanesiyle tüm kitaplarım için bir dosya oluşturdum ve kayıtlarını aldım. Şimdi o dosyaya bakıyorum da artık kitaplık demek yersiz sanırım küçük bir kütüphaneye sahibim ve bu beni çok mutlu ediyor. Bu Kütüphane düzenleme işini ayın en faydalı ev işi seçiyorum Karakedim.

Gelgelelim bu ay hiç kitap bitiremedim. Elbette devam ettiklerim var:

  1. Seneler evvel Buket Aşçı'nın bir tv programında "Benim başucu kitabımdır." dediği Gabriel Garcia Marquez YÜZYILLIK YALNIZLIK (Can Yayınları)
  2. Torium D&R da sayemde yeniden raflarla buluşan ( Belki bir gün hikayesini anlatırım)Doğan Cüceloğlu SAVAŞÇI (Remzi Kitapevi)
  3. Carlos Fuentes KENDİM VE ÖTEKİLER (Can Yayınları)
  4. Ve Vapur Kitabım Orhan Pamuk SAF VE DÜŞÜNCELİ ROMANCI (İletişim Yayınları). Eskisi kadar vapurla yolculuk yapamadığım için artık biraz daha ince kitapları tercih ediyorum vapurda hazmetmek için.


Bu aralar tek bir kitaba yoğunlaşma sorunu içindeyim, bu sebeple 4 kitabı birden okumaya çalıştığım için üzülerek yazıyorum ki Ocak ayı kitap bitiremeden bitti :(

Bu ay tanıştığım ve bana yeniden "Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir." dedirten 2 kitap var ki, Şubat ayında okunacaklar listeme eklenecek.
  1. Meri İstiroti 30 YAŞIMA MEKTUPLAR.
  2. Kadir Aydemir'in hazırladığı ve 111 yazarın yazılarından oluşan 90'LAR KİTABI ÇOCUK MU? GENÇ Mİ?

Bu kitapların tesadüf niteliğini şöyle özetleyeyim Karakedim: Gene Torium D&R da kitap incelemesi yaparken yeni çıkanlar bölümünde bu iki kitap dikkatimi çekti. Aldım elime, ikisini de evirdim, çevirdim. Ancak henüz okunmamış çok kitabım olduğu için almadan geri bıraktım, tabi aklıma da yazdım.
Ertesi gün, sanal ortamda daha çok yeni "arkadaş olduğum" Fotoğrafçı, blogger ve 3 kız annesi tatlı kadın olarak nitelendirdiğim Sevgili Yeşim Mutlu'nun 30 Yaşıma Mektuplar kitabındaki fotoğrafları çektiğini öğrendim ki ben kitabı evirip çevirirken bu detayı atlamışım.
Yine aynı gün, takipçisi olduğum bir bloğun yazarının da 90'lar Kitabı'nın 111 yazarından biri olduğunu öğrendim:)

Okunacaklar listeme herhangi bir tesadüfü olmayan 3. kitabı eklemek istiyorum Karakedim.

    3. Paul Auster KIŞ GÜNLÜĞÜ (Can Yayınları).

Hazır sanal ortam demişken ocak ayının benim açımdan sosyal medya açılımı Twitter oldu. Üye olduğum anda kendimi dinmek bilmez bir güzel söz dalgasında boğulurken buldum ama olsun, uzaktan tanıyıp sevdiğim insanları, yakından takipçisi olduğum yayın evlerini vb. birçok gelişmeyi yakından gözlemleme imkanım var artık. Buarada  bir gün çocuğum olduğunda "Annem bilgisayardan anlamaz!" diyecek diye ödüm kopuyor:) Her türlü gelişmeye ucundan dokunmak gerek Karakedim:)

Twitter'dan takip edecek misin beni? http://twitter.com/writergiz

Sosyal Medya ile devam edecek olursam bu ay tanışıp zevkle takip ettiğim 2 siteyi seninle paylaşmak istiyorum Karakedim.

  1. http://www.edebiyathaber.net Logoları senden oluşuyor ve harika haberler yapıyorlar. Bir gazeteci olarak onların hazırladıkları edebiyat haberlerini okurken gerçekten heyecanlanıyorum. "Keşke bu haberi ben yazsaydım" diyorum. Mutlaka ziyaret etmelisin Karakedim.
  2. http://www.yesimmutlu.com  Sevgili YSM. Uzaktan tanıyorum ama yaptıkları onu sevmemi sağlamlaştırıyor.

Hazır Twitter daki Güzel Söz deryasından bahsetmişken her ayın sonunda o ay en çok hoşuma giden özlü sözü seninle paylaşmaya karar verdim Karakedim. Birazdan...:)

Ocak 2012'nin şarkısı beni 2004 yazına götüren şarkıdır. Babamın arabasını ilk ve son kaçırdığım akşamlar, ses sonda, yazlık kazan ben kepçe:) O zamanlar bu şarkıyı Özcan Deniz söylerdi, bende de azıcık kıroluk vardı ama olsun şarkı çok iyi ve yeni yorumuyla beni mest etti. Halil Sezai "Yanıma Gel"http://www.youtube.com/watch?v=MM_wJntzOSw

Koskoca ayda 1 kere sinemaya gittiğim için kendime kızıyorum ama gittiğim film bir yazarın gerçek hikayesini konu aldığı ve Johnny Depp'le muhteşemleştiği için beni çok etkiledi. Ocağın filmi Tutku Günlükleri.


Benim hayatımı birebir etkilemiş olmasa bile ocağın en muhteşem olayı Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde gerçekleştirilen Yüz Nakli oldu. Ayrıntılarını merak ettiysen http://www.medyafaresi.com/haber/73585/yasam-turkiyenin-ilk-yuz-nakli-9-saat-surdu.html ulaşabilirsin Karakedim.


Ve Ocak 2012 son 33 yılın en soğuk ve karlı ayı oldu. Özellikle İstanbul için. Tipi halinde yağan kardan burnumuzun ucunu camdan çıkartamadık. Bu mektubumu sana hala devam etmekte olan kar yağışını seyrederek yazdım Karakedim.



2012 Ocak ayını ve mektubumu, beklenen, ayın sözüyle sonlandırıyorum Karakedim:


Yapabildiğiniz ya da düşünebildiğiniz her neyse, başlayın. Cesaretin dehası,

kudreti ve 
büyüsü vardır. "

                                                  

(Johann Wolfgang von Goethe)
SENİ ÇOK SEVEN
GİZLİKIZ


http://www.facebook.com/pages/Gizlikizdan-Karakediye-Mektuplar/257960857604242