6 Şubat 2012 Pazartesi

Üslubunu Seveyim

Sevgili Karakedim,

Popüler iki diziden birer sahne var aklımda. Zaman zaman durup düşünüyorum üzerinde...

Birinci sahne Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin setinden. Küçük Osman okulunun bahçesinde sevdiği kızın gözüne girebilmenin derdinde. Kıza çok sevdiğini bildiği için bir Tommiks hikayesi anlatıyor. Osman kendinden geçmiş, kız ağzı açık onu dinliyor. Tam bu esnada Osman'ın rakibi "kötü" çocuk yanlarına iştigal ediyor ve Osman'ı susturup  hikayeyi alıp devam etmek üzere açıyor ağzını.
Osman kalakalıyor ya içim bir acıyor ona. Söyleyecek çok sözü varken susmuş olmanın ağırlığı oturuyor küçük omuzlarına. Aynı ağırlığı ben de hissediyorum büyük omuzlarımda. Ve dış ses tercüman oluyor ikimize:

" Hayatı boyunca okudukları Tommiks Teksas'ı geçmeyenlerin kendilerinde buldukları özgüveni hep hayranlıkla izledim. Onlar konuştu, ben hep sustum."  ...

İkinci sahne Kuzey Güney'in setinden. Kuzey, babası, Güney ve Banu iç mekan sahnesi çekiyorlar. Kuzeylerin evindeler. Kuzey Banu'ya çok kızgın. Habersiz bir şekilde Zeynep ile ikisini Antalya'ya gönderip Zeynep'i özellikle babasının karşısında zor duruma düşürdüğü için Banu'yu gırtlaklayabilir. Nitekim kızgınlığını dile getirdiği ve hakkını aradığı, hislerini Banu'nun suratına tokat gibi vurduğu bir sahne izliyorum. "Ağzına sağlık." deyiveriyorum Kuzey'e. Arkasından anlıyorum ki aslında bu sahne sadece Kuzey'in aklından geçip de diline vuramadıklarını gösteriyor.Asıl sahne Kuzey'in Banu'ya susmasıyla bitiyor. Yani söyleyecek çok sözü varken Kuzey de susuyor...


Bu noktada durup düşünüyorum Karakedim. İçinde bir volkan patlarken ağzını sımsıkı kapalı tutup da lavları iç suyunla söndürmeye çalışmak erdem mi yoksa eziklik mi?


Düşünmeye değer değil mi? Susmak da bir üslup. Susmanın erdemi ya da ezikliği. Hangisi? Düşünmeye değmez mi?

Elbette hep susmuyorum hayatta, konuşacak, kendimi ifade edecek mecralar da çıkıyor karşıma. Bu sefer de konuşmanın üslubu önem kazanıyor. Hayat sahnemden iki örnek vereceğim Karakedim.

Geçenlerde sana da mektup olarak göndermiştim, "En Azından Senin Gibi İnternette Çilek Ekip İnek Beslemiyorum" başlıklı yazımı ilk olarak 16.06.2010 tarihinde Yazarport'da yayınlamıştım. Hatırlayacağın üzere konu, kadın-erkek ilişkisi üzerine esprili bir yaklaşımdan yola çıkıyordu.

Konu kadın-erkek ilişkisi olunca bir erkek okuyucudan ciddi eleştirel bir yorum aldı yazım. Eleştirinin her cümlesini hazmederek okuduktan sonra şu yorum çıktı kalemimden:

"Sevgili Okuyucu,
Yorumunuzdaki her cümleye canı gönülden katıldığımı belirtmek isterim.
Kadın-erkek ilişkisi üzerine kafa yorarken boş boş baktığım televizyonda izlediğim reklam, kadın ruhumu okşadı, pek bir keyif aldım reklamdaki kadının verdiği cevaptan ve yazım dökülüverdi klavyemden.
Kadın-erkek davranışlarının karşılaştırmasına girmek aslında çok mantıklı gelmiyor bana. Bakın, bir erkek olarak ne kadar güzel anlatıyorsunuz bizim davranışlarımızı ve sizin ne sebeple bilgisayar oyunlarına daldığınızı. Ne kadar güzel karşılaştırma yapmışsınız "Sizin banyoda makyaj yaparken harcadığınız elektrik bizim bilgisayarın açık kaldığında harcadığımız elektrikten azdır."diye.
Bu yazıyı okuyan başkaları için de kim bilir ne örnekler vardır her gün eşiyle, sevgilisiyle, hayatındaki değerli kişiyle yaşadığı.
Diyorum ya kadınlar ayrıntıları seviyor, bir kelimeyi on cümleyle telaffuz ediyor. Erkekler de sabırla, süzgeç misali cümleleri eleyerek asıl anlatılmak isteneni bulmaya çalışıyor.
Eee bu da zor zanaat, haklısınız. Bir süre sonra sıkar adamı, katılmamak mümkün değil.
Kadın olarak da bu kadar ayrıntıyla uğraşınca çok akıllı şeyler yapıyoruz sanıyoruz biz de kendimizi, bu duygu da bizim ödülümüz olsa gerek.
Kadınlar erkeklerin gözleriyle, erkekler de kadınların gözleriyle bakabilse hayata bu kadar eğlenceli olmazdı belki de ilişkilerimiz ne dersiniz?
Yazımı dikkatle okuyup, hayatınızdan da örnekler katarak içten bir yorum yaptığınız için çok teşekkür ediyorum.
Sözcüklerinize sağlık..."

Halbuki ben bir kadınım ve hemcinslerimi erkeklere karşı savunacak pek çok haklı sebebim var ama hayatta tek bir doğru yok. Ayırt etme ve düşünme yeteneği olan herkesin bir fikri dolayısıyla kendi doğrusu var. Tartışırken dahi bunu unutmadan seçebilmek cümleleri ve onun gözünden haklı olduğunu bilerek savunmak hislerini... Bu üslubu seviyorum. Bana hep güzel şeyler kazandırıyor. Üslubu bu olan yorumum karşısında okurun cevabı:

"Asıl ben size çok teşekkür ederim. Şimdi düşündüm evet biraz sert çıkmışım siz kadınlar bazen insanı gerçekten deli ediyorsunuz :)) Sevgi aileden aşılanır insanın ruhuna. İnsanı seven sabretmeyi öğrenir. Annenizin babanızın ellerinden öperim sizler gibi hoşgörülü ve sevgi dolu insanlar yetiştirdiği için. Yazılarınızı takip edeceğim. Kolay gelsin başarılar."

Şimdi ben bu üslupla ne kaybettim Karakedim. Fikrini ateşle savunan bir bireyin bir saniye durup "Böyle bir bakış açısı da var. Bu da farklı bir pencere ve o da KENDİNCE HAKLI." Diyebiliyor olması en büyük kazanç.

O yazımı ve şu anda "okuyucu" olarak bahsettiğim, o dönem takibe alıp yazı üslubunu takdir ettiğim Yazarport yazarıyla aramızda geçen yorumları  http://www.yazarport.com/read.aspx?yazino=11281  dan ayrıntısıyla okuyabilirsin Karakedim.

İkinci örnek çok yakın zamanda gerçekleşti. Dünyaca adını duyurmuş bir yazar olan Paul Auster, ülkemizdeki tutuklu gazeteci ve yazar sayısının çok fazla olması sebebiyle "Demokratik olmayan ülkelere gitmiyorum, Türkiye'ye gelmem." dedi. Bu noktada not düşmem gerekirse, yazarın son kitabı Kış Günlüğü, y kendi ülkesi Amerika'dan bile önce Can Yayınları tarafından Türkiye'de yayınlandı. 

Paul Auster'ın son söylemiyle ilgili başbakanımız da "Gelmezsen gelme, biz de sana çok muhtaçtık." dedi. Bu konuyla ilgi haberi geçen mektubumda sana bahsettiğim ve keyifle takip etmeyi sürdürdüğüm Edebiyat Haber sitesinden okudum. Haberi gözden geçirmek için http://www.edebiyathaber.net/austerdan-erdogana-jet-yanit/ .

Bu haberin üzerine bir okuyucu kendine göre haklı sebeplerinden dolayı çok kızmış ve Paul Auster'ı kastederek habere şu yorumu yapmış:



 "Aptal yaratık...İsrail de gazetecilerin tutuklu olmaması, İsrail'in insan haklarına saygılı ve demokratik bir ülke olduğunun kanıtı mıdır?Masum sivillerin ve çocukların bombalanması, filistin halkına uygulanan ambargolar işkenceler, hangi haksızlıktan daha masum olabilir ki? Ben de seni hakkaten adam sanırdım... Ne içiyo bu salak herif de böylesine aptal ve cahilce cevaplar verebiliyor anlamadım gitti... Tam komedi :((("

Benim yorumum ise kesinlikle bu yoruma cevaben değil tamamiyle haberi okuyunca düşündüklerime istinaden döküldü klavyemden. Sonuç olarak  habere bu yorum yapılmasaydı da ben aşağıda yazdığım fikrimi paylaşacaktım:

"Paul Auster Kendi ülkesi dahil her ülkede sorunlar yaşandığını kabul ediyor. israil'in tüm acımasız 

uygulamaları da kabul edilen bu sorunlardandır. Üzerinde durulan mesele gazetecilerin tutuklu olmalarıdır. 

İsrail-Türkiye karşılaştırması değildir. En azından ben haberi okuyunca bunu anlıyorum. Neyi tartışırsak 

tartışalım üslubun çok önemli olduğuna inanıyorum. Sağlam bir yazar, kendince kızmış bir şeye ve tepki 

gösteriyor. Haklı ya da haksız ama sen Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı olarak "Hah biz sana çok 

muhtaçtık"diyorsun. Bu üslubu onaylamıyorum. Tabi bana da muhtaç değilsin başbakanım, onaylasam ne 

olur onaylamasam ne olur..."


Aynı okuyucunun yorumu: 


"Evet kesinlikle üslup çok önemli...Tartışılan konu...fikir ve düşünceler her ne kadar farklı olsada , tahammül ve saygı göstermek zorundayız. Bu konuda GizliKız'a  sonuna kadar katılıyorum. Bende yazara yönelik hakaret içerikli yazımdan dolayı şahsım adına özür dilemek istiyorum. Ve yazarın açıklamasının şehvetine(!) kapılıp :) Paul Auster' e hakaret ettiğim için kendisinden ve Edebiyat Haber okuyucularından sonsuz özür diliyorum... Sanırım yazarın İsrail' e gidip gelme konusunda tek kriterinin düşünce özgürlüğü olması ve bu ülke hakkında diğer hassasiyetleri görmezden gelmesi bende şartlı refleks sorunu içeriyor. Gerçekten üzgünüm."

Yine aynı noktaya geldik Karakedim. Üslup, fikrini ateşle savunan bir bireyin bir saniye durup "Böyle bir bakış açısı da var. Bu da farklı bir pencere ve o da KENDİNCE HAKLI." Diyebilmesini sağlıyor. 
Konu kesinlikle benim, senin, onun haklı olması değil, hayat evinin bambaşka şekillerde pencerelerinin olması.

Hayatımın bir dönemi çokça susarak ve o patlayan volkanı ağzımdan kusmayıp içimde söndürmeye çalışarak geçti. En çok söyleyecek sözü olana susarmış ya insan. Belki de karşımdaki beni anlamayacak, konuşsam dahi o bu pencereden bakamayacak diye düşündüm. Ve çokça da kızdım kendime. Neden okumaya devam ediyorum. Farklı fikirleri hazmedip kendi fikrimi buluyorum. Konuşsam, anlayan yok ki neden kendimi yoruyorum dedim. 

Şimdi görüyorum ki çokça okumak ve farkında olarak solumak bana sabırlı ve hoşgörülü bir ÜSLUP kazandırdı. 

Ve şimdi görüyorum ki beni anlamaz dediklerim beni benden daha iyi anlıyor...

Kalbim Hep Seninle Karakedim...

GİZLİKIZ








2 yorum :

alperfiliz dedi ki...

Paul Auster hakkında sizler gibi düşünmüyorum. gereksiz karşılaştırmalara neden oldu ve ben cumartesi gününden bu yana inanılmaz kızgınm. kendince haklı olsada arkasından gelen yorumlara engel olamıyor insan...

GizliKız dedi ki...

Aslında yazar hakkında herhangi bir fikir beyan etmiyorum. Herkes kendi fikrini bir şekilde paylaşıyor. Paul Auster da ben de sen de. Bu en doğal hakkımız değil Sevgili Filizim:)